Sunday, April 29, 2012

Küresel İklim Krizi – güncel gelişmeler: 3



  1. Giriş1

2011 yılı, küresel iklim değişimi açısından rekorlar kitabını baştan yazdı. 2011, en çok karbondioksit salımı gerçekleştirilen yıl olmakla kalmadı, ayrıca salım artışında da rekor hıza ulaşıldı. Bu arada, Nature'da yayınlanan bir çalışma, karbondioksit salımının küresel ısınmaya yol açtığını teyid etti.2 (The Guardian'ın hazırladığı interaktif haritada, hangi ülkenin iklim değişiminden ne kadar sorumlu olduğunu ve ne kadar etkileneceğini inceleyebilirsiniz.) NASA'nın raporuna göre 2011 kaydedilen en sıcak 9. yıl oldu. Kuzey kutbu en düşük buz kütlesi seviyesini gördü.3 Pasifik ada ülkesi Kiribati, yükselen deniz seviyeleri sebebiyle tüm ulusu taşımak üzere toprak satın almak için Fiji hükümetiyle müzakerelere başladı.

Ocak 2012 ABD'de hem en sıcak dördüncü ay olarak kayda geçti, hem de Alaska'da düşük sıcaklık rekorları kırıldı.

Uluslararası İklim Değişimi Paneli ise yeni yayınlanan bir belgede iklim değişimi sebebiyle daha şiddetli fırtınaların, sıcak hava dalgalarının ve sellerin yolda olduğunu hatırlattı.

Peki en son ne zaman ana haber bülteninde küresel iklim değişiminden bahsedildiğini hatırlıyor musunuz? Ya da küresel ısınmanın gazetelerde manşetten verildiğini? (Şu saçmalığı saymıyoruz elbette.)

Out for Beyond olarak, iklim krizinin her daim gündemde kalması gerektiğini düşünüyoruz. Bu yüzden, güncel gelişmeleri düzenli olarak özetlemeye çalışıyoruz.


  1. Buzullar ve okyanuslar alarm veriyor.

Nature Geoscience'ta yayınlanan bir çalışma, sera gazı salımı kaynaklı küresel ısınmanın doğal buzullaşma dengesini alt üst ettiğini ifade ederken, dünyanın dört bir yanından4 bunu destekleyen veriler yağdı: Güney Kutbu'nda Batı Antarktika buz tabakasında son 40 yılda ciddi çatlaklar ve yırtılmalar gözlemlendiği (Journal of Glaciology) ve bunun penguenlerin üreme döngülerini değiştirdiği (Polar Biology, Ecology ve Marine Ecology Progress Series); Kuzey Kutbu'ndaki buzulların ise tüm dünya ekosistemlerini etkileyebilecek hassas taşma noktaları [tipping point] olduğu (Nature Climate Change), bu taşma değerlerine erişildiği (AMBIO)5, Kuzey buz kütlesinin en kalın kısımlarının daha hızlı erimekte olduğu (NASA – Journal of Climate) ve Grönland buz tabakasının tamamının büyük olasılıkla 1.6°C ısınmayla yok olacağı (Nature Climate Change) rapor edildi. (NASA'nın hazırladığı ve Nature dergisinde yayınlanan aşağıdaki harita, 2003-2010 yılları arasında buz kalınlıklarında görülen değişimleri cm/yıl cinsinden veriyor.) Kuzey Buz Denizi'ndeki buz erimeleri ayrıca Kuzey Yarımküre'de son yıllarda yaşanan soğuk kışların (Proceedings of the National Academy of Sciences) ve sıcak yazların (Environmental Research Letters) açıklaması olabilir.


Buzullardaki erimelerin olumsuz etkileri saymakla bitmiyor. Eriyen buzullarla beraber açığa çıkan okyanus yüzeyleri, güneş ışınlarını, onları büyük oranda yansıtan buzullara kıyasla daha çok tutuyorlar (Albedo etkisi) ve bunun sonucunda okyanus sıcaklıklarında önü alınamaz bir ısınma gerçekleşiyor. Böylece örneğin Hint Okyanusu'ndaki denizfilleri avlarını daha derin sularda aramak zorunda kalıyorlar. (Marine Ecology Progress Series). Öte yandan, atmosferdeki karbondioksitin okyanuslarda çözünmesinin yanı sıra, okyanus diplerindeki hapsolmuş karbon gazları sıcaklıkla beraber ortaya çıkıyorlar ve okyanusların asitlenmesine yol açıyorlar. Science dergisinde yayınlanan kapsamlı bir inceleme, okyanus asitlenmesinin son 300 milyon yıldır eşi benzeri görülmemiş bir hızda olabileceğini gösterdi. Nature Climate Change'de yayınlanan bir araştırmaya göre ise asitlenme balıkların beyin ve sinir sisteminde hasara sebep oluyor.

Burada bir parantez açıp birkaç “az-kötü” (!) haber verelim: Mercan kayalıklarındaki kitlesel ölümlerin küresel ısınma kaynaklı sebebinin asitlenme değil ısınma olduğu gözlemlendi (Global Change Biology). Ayrıca, mercan kayalıklarıyla ilgili tek sebebin küresel ısınma olmadığı, tarla açma ve aşırı avlanmanın bu sorunu daha önceden ortaya çıkarmış olduğu tespit edildi ve böylece tek sorumlunun insan faaliyetleri olduğu yeniden vurgulandı (Ecology Letters). Bir “iyi haber” daha: Güneydoğu Asya'da Acropora mercanlarının ısınmaya uyum sağlayabildiği gözlemlendi (PLoS One). Parantezi kapatıyoruz.

Bu derlemede vurgulamak istediğimiz en önemli gelişmelerden biri, Stockholm Environment Institute tarafından yapılan bir araştırmayla küresel iklim değişiminin sadece okyanus ekosistemlerine vereceği hasarın 2100 yılı itibariyle yıllık 2 trilyon dolara ulaşacağının belirlenmesi. (The Guardian gazetesinde yayınlanan şu makalede, araştırmada sunulan verileri inceleyebilirsiniz.) Bu bağlamda, Geology'de yayınlanan başka bir araştırma, 2°C'lik bir ısınmada bile gelecek nesillerin deniz seviyelerinde 12-22 metrelik bir yükselmeyle karşı karşıya kalacağını hesapladı.


  1. Normal” kelimesi anlamını yitiriyor.

Yandaki fotoğraf (Zhou Ke/Corbis) Çin'de Poyang gölünde çekildi. Bunun normal olduğunu düşünebilenler için, son üç ayın bilimsel verilerini özetleyelim dedik.

Küresel ortalama sıcaklıkların 2050 itibariyle 3°C kadar artabileceği hesaplanırken (Nature Geoscience); şimdiye kadarki ısınmanın kuşların göç düzenini değiştirmekte olduğu (PLoS One) ve Avrupa kıtasında dağ bitki örtüsünde yer değiştirmelere yol açtığı raporlandı (Nature Climate Change).6

Öte yandan, Nature Climate Change'de yayınlanan bir araştırmanın yazarları, yakın zamanda artık “yüzyılın en sert fırtınası” lafının anlamını yitireceğini, bunun yerine “on yılın en sert fırtınası” lafının kullanılmasının daha yerinde olabileceğini belirtiyorlar. Ecology and Evolution dergisindeki bir çalışma da, aşırı hava olaylarının zengin ekosistemleri tehdit ettiğini vurguluyor.

2050 itibariyle ABD'deki yüzlerce ilçede su kıtlığı yaşanması bekleniyor (Environmental Science & Technology), keza 48 eyaletin çeşitli bölgelerinde aşırı sıcakların sıklığının arttığı gözlemlendi bile (Climatic Change). Kolorado dağlarındaki dolu yağışlarının ise 2070 itibariyle tamamen ortadan kalkacağı öngörülüyor (Nature Climate Change).

Bunları laf olsun diye söylemiyoruz: Nature Climate Change'de yayınlanan bir çalışma, geçtiğimiz on yıl boyunca gerçekleşen aşırı hava olaylarının iklim değişimiyle bağlantılı olduğunu gösterdi. Yani tüm bu yukarıdakiler yeni “normal”lerimiz olacak.


  1. Ne Yapmalı?

Biogeosciences'da yayınlanan bir araştırma, (uydu görüntüleriyle takip edilmekte olan) kalıcı buzul tabakalarındaki erimenin7, sıcaklık artışı 2°C'de tutulursa durdurulabileceğini gösterdi. Yani umut var.

Birleşmiş Milletler'deki ülkelerin iklim kriziyle ilgili yaklaşımlarının sahip oldukları fosil yakıt rezervleriyle yakından ilişkili olduğunu (The Guardian'da yayınlanan analiz) tahmin etmek ise hiç zor olmasa gerek. Dahası, Şubat ayında patlak veren Heartland Enstitüsü skandalı, aralarında Time Warner Cable, AT&T, General Motors ve Microsoft'un da bulunduğu şirketlerin iklim değişimini sansürlemek için enstitüyü fonladığını ortaya çıkardı. Sızan belgelerin gerçek olduğu Enstitütü tarafından kabul edildi. (The Guardian'da yayınlanan bir analiz, para aktarılan kimi iklim şüphecilerini inceliyor.) Yani bu iktidar düzeninden umut yok.

Öte yandan, Environmental Research Letters'da yayınlanan bir çalışma, düşük-karbon teknolojilerinin önümüzdeki yüzyıl içerisinde sera gazı sorununu çözemeyeceğini hesapladı. Yani safi teknolojik çözümlerden umut yok.

Lafı uzatmayalım: Kâr hırsının değil doğal insani ihtiyaçların yönlendirdiği katılımcı bir siyasete ihtiyacımız var. Ne fazla ne eksik.


1  Bu yazının hazırlanmasında özellikle Science Daily, New Scientist, The Guardian ve Scientific American haber sitelerinden yararlandık.
2  Böylece, ilişkinin öteki türlü olduğu, yani sıcaklık artışının atmosferdeki kardondioksit miktarını arttırdığı tezini çürüttü.
3  2012 kışında buz kütlesi bu değerin azıcık üstüne çıktı.
4  Bir önceki yazımızdaki Hindukuş-Himalaya bölgesi ile ilgili maddeye ve onu takip eden güncellemeye bakınız.
5  ve hatta bu taşma değerlerinin aşılmış olabileceği (Planet Under Pressure 2012 – Baskı Altındaki Gezegen konferansı. Bu araştırma henüz hakemli bir dergide yayınlanmadığı için yazımızın içine koymadık.)
6  Ayrıca, sıcaklık değişkenliğinin azımsanmış olduğu ve dolayısıyla tahmin edilenden daha kuvvetli kuraklıklar ve daha ciddi bir gıda kriziyle karşı karşıya olduğumuz belirtiliyor.
7  Kalıcı buzulların erimesi, toprağa hapsolmuş metanı ortaya çıkarıyor ve böylece küresel ısınma için bir pozitif geri-besleme mekanizması oluşturuyor.



Thursday, April 19, 2012

Tamam, vejetaryen oldum, yani neredeyse - Massimo Pigliucci

Uzun zamandır vejetaryenlikle ve kendi vejetaryen oluş nedenlerimle ilgili bir yazı yazmak istiyordum. Ama etyemezlikle ilgili absürd argümanlarla karşılaştıkça daha kapsamlı, daha detaylı bir yazı yazmak isteyince altından tez vakitte kalkamayacağım bir iş haline geldi. Derken Massimo Pigliucci'nin Rationally Speaking'de yayınladığı “Ok, I turned vegetarian, almost” yazısını okuyup, felsefi yaklaşımımızın çok benzer olduğunu görünce onun yazısının serbest çevirisini yapıp araya kendime dair küçük notlar da ekleyerek bu gidişe bir dur demeye karar verdim. İşte görelim bakalım Massimo Pigliucci [ve ben] neden vejetaryen olmuş[uz].

[yazıdaki köşeli parantezlerin içindeki italik yorumlar bana ait]



Bir süredir bu blogda olsun, podcastlerimde [Massimo Pigliucci ve Julia Galef'in genel olarak vejetaryenliği daha ayrıntılı ele aldıkları podcasti (internet yayınını) şuradan dinleyebilirsiniz. (İngilizce)] olsun vejetaryenlerin ahlaki argümanlarının alternatiflerine göre daha gelişmiş olduğunu birkaç şerh koyarak belirtmekteydim. E madem öyle neden bir omnivor [hem etçil hem otçul] olmayı sürdürüyordum? “Akrasia” [nefsine hakim olamamak] derdi Aristo olsaydı. İnsanlığın gelişimi ve mutlu yaşamın önünde büyük bir engel teşkil ediyor bizim istencimizdeki bu içkin zayıflık.

Yine de Walt Whitman'ın meşhur “Kendimle çelişiyorum, olamaz mı?” sözüne rağmen bu tutarsızlık kafamı kurcalıyordu. Sevimli bir söz ama tutarsız bir kişisel felsefe için kötü bir mazaret. Verdiğim nasihatı kendim uygulamanın, fikirlerimle davranışlarımı ortaklaştırmanın fena bir fikir olmadığına karar verdim. [Aynısı benim için de geçerli, vejetaryenliğin felsefesini uzun süredir takdir ediyorken, (bunda yakın çevremde neredeyse hiç vejetaryen bulunmamasının ve itiraf etmeliyim ki et yemeği çok sevmemin de etkisi büyük) pratikte uygulamaya geçmeyi aklıma bile getirmemiştim. Ama aklıma düşmesiyle birlikte harekete geçmem hiç de zor olmadı diyebilirim.]

Farklı bir beslenme felsefesini benimsememe neden olan bardağı taşıran son damla 2005 yapımı Earthlings isimli savunu filmi oldu. [Earthlings'i ben vejetaryen olduktan sonra izledim, eğer daha önce izlemiş olsaydım izlememle vejetaryenliğe geçmem bir olurdu. Eğer hala izlemediyseniz hemen şimdi izleyin.] Shaun Monson tarafından çekilen film, sadece gıda sektöründe değil, evcil hayvanlar olarak, giysi sektöründe, eğlence sektöründe ve bilimsel araştırmalarda hayvanlara nasıl barbarca muamele ettiğimizi ortaya koyuyor. [Vejetaryen olmamla birlikte hayvan derisinden veya kürkünden yapılmış herhangi eşya almamaya, yazıda da az sonra değineceğimiz üzere fabrika tipi yumurta ve süt ürünleri üreten firmaların ürünlerini kullanmamaya, sirkler ve hayvanların tutsak edildiği diğereğlencesektörlerinden uzak durmaya karar vermiştim.1Ancak filmi izlememle birlikte kozmetik sektöründe hayvanlar üzerinde test edilen ürünlere karşı da aynı tutumu almaya karar verdim. Şuradaki listelerden siz de hayvanlara zulüm uygulamayan markalara göz atabilirsiniz.] Earthlings taraflı bir yapım ve filmde gösterilen ve söylenen her şey doğru ve tarafsız bir temsil olarak düşünülmemeli. Ancak yine de film, bildiğim ve görmezden gelmek için çok uğraştığım gerçekleri acımasızca rahatsız edici görsellere dökmüştü. Dolayısıyla film biter bitmez davranışlarımı fikirlerimle aynı hizaya getirmeye girişmem kaçınılmaz oldu.

Beslenme alışkanlıklarınızı değiştirmeniz için iki ana nedeniniz olabilir: sağlık ve etik. Sağlık açısından bakacak olursak, diğer tüm koşullar eşit olmak suretiyle (ki genellikle vejetaryenler kendilerine daha iyi bakma eğiliminde olduklarından bu her zaman pek mümkün olmuyor ve bu beslenme alışkanlıklarıyla diğer değişkenlerin etkilerini çözümlemeyi zorlaştıran bir etken) vejetaryenler ile balık ve kümes hayvanlarının ürünlerini tüketenler uzun vadede en iyi durumda olanlar. Onları veganlar ve kırmızı et tüketenler takip ediyor.

Ancak benim felsefi seçimimin motivasyonunu sağlıksal değil etik nedenlere borçluyum. [Bu benim için de geçerli. Sağlık açısından olumlu etkilerini hiç aklıma getirmemiştim, hatta genel olarak kötü bir beslenme düzenim olduğu için etin hayatımdan çıkması iyice besinsiz kalmam anlamına geliyordu. Ama ne hikmetse vejetaryen olmamla birlikte sahiden de yukarıda değinildiği gibi kendime daha iyi bakmaya başladım, o nedenle bu açıdan bir sıkıntı çekmedim şimdilik.] Etik meselesine gelince, işleri biraz basitleştirmek adına, insanların hayvanları kullanımına dair iki mevzu karşımıza çıkıyor diyebiliriz: muamele ve sömürü. Aradaki farkı belirginleştirmek için açıklayayım; bir kedi ya da köpeğin evcil hayvan olarak beslenmesinin onları eşlik amacıyla “sömürmek” anlamına gelebileceği düşünülebilir. Ancak -belki siz de dahil olmak üzere- çoğu insan sözkonusu hayvanlara iyi muamele edildiği sürece (örneğin, iyi beslendiği, sağlıksal ve diğer fiziksel ihtiyaçları karşılandığı sürece) evcil hayvan beslemeye karşı çıkmayacaktır. Ve elbette evcil hayvanlar insanlar tarafından tam da bu amaçla üretilmişlerdir, dolayısıyla (değiştirilmiş) genetik içgüdüleriyle uyumlu olacak şekilde bu hayvanlar için en iyi olanın insanlar tarfından evcil olarak beslenmek olduğu bile söylenebilir. Diğer bir şekilde ifade etmek gerekirse hayvanlar sundukları arkadaşlık karşılığında bir şey (sokaklarda olsalar olacağından daha sağlıklı, avcısız ve rahat bir yaşam) alıyorlar.

Bu mantık silsilesine getirilebilecek açık bir itiraz var, o da hayvanların böyle bir anlaşma talepleri olmadığı ve bu ilişkinin içkin olarak asimetrik olduğudur. Bu da haklı bir itiraz ama asimetrik ilişkiler, patron-işçi veya ebeveyn-çocuk (aynı şekilde çocuğun da doğmak gibi bir talepte bulunmadığını söylememe gerek yok sanırım) ilişkilerinde olduğu gibi her zaman hayatlarımızın bir parçası. Dahası, hayvanlar insanlarla aynı bilişsel düzeyde de değiller, bu da hem bizim hem de hayvanların çıkarını mümkün olduğunca gözetmesi gerekenlerin biz insanlar olduğu anlamına geliyor. Eğer bu size paternalizm gibi geliyorsa, bunun tam olarak çocuklarınıza yaptığınız şey olduğunu hatırlayın. (Evet, biliyorum çocuklar sözkonusu olduğunda varılmak istenen nokta daha farklı. Onlar bir gün büyüyüp sonunda özerk bireyler haline gelecekler, gerçi bu ciddi zihinsel ve duygusal eksiklikleri olanlar için geçerli değil.)

Muamele ve sömürü arasındaki bu ayrım et yemezler arasındaki farklılıkların da kaynağı olsa gerek: örneğin veganlar, üretimleri hayvan sömürüsüne dayandığı için yumurta ve süt ürünlerinin tüketilmesinin de etik dışı olduğunu savunuyorlar. Muhtemelen ovo-lakto [hem yumurta hem de süt ürünleri tüketmeye devam eden] vejetaryenler bu savın bütünüyle ikna edici olduğunu düşünmüyorlar. Ovo-lakto vejetaryenler çizgiyi muamele noktasında çekiyorlar, kullanım konusunda değil: hayvanlar yapay hormonal muamelelere maruz kalmadığı ve hayvanlara kabul edilebilir beslenme ve yaşam koşulları sağlandığı sürece (örneğin serbest dolaşım çiftliklerindeki tavuk ve ineklerden elde edilmiş) peynir, süt ve yumurta tüketiyorlar. [Bu ayrıma dikkat etmenin herkes için aynı kolaylıkta olmayabileceğini kabul ediyorum. Ben bir süredir Almanya'da yaşadığımdan ve burada serbest dolaşım çiftliklerine ait (ve organik) ürünler, ürünlerin üzerindeki etiketlendirmelerden anlaşılabildiği için ben bu tutumu sürdürmekte zorlanmıyorum. Ancak Türkiye'de degerçekköy ürünlerine (yani bilmem ne köyündeki fabrikanın ürünlerinden söz etmiyorum) ve/veya organik pazarlarda satılan ürünlere yönelmek tercih edilebilir, ayrıca Türkiye'de yerel pazarlarda hala ekolojik ürünlere erişim ABD ve Avrupa'ya göre daha mümkün. Ve tabi sertifikalandırmaların ne kadar doğru yapıldığı ve gerçeği yansıttığı da ayrı bir tartışma konusu ama organik üretim yaptığından ve -sizin- serbest dolaşım kriterlerinize uyduğundan emin olduğunuz çiftliklerin ürünlerine -gerekli araştırmayı yaparsanız- internet üzerinden de ulaşmak mümkün. Ben yine de kendi hayvansal ürün tüketimimi topyekün azaltmaya çalıştığımı söyleyebilirim.]

Bu muamele-sömürme ayrımı, neden bazı vejetaryenlerin atların at yarışlarında ya da diğer bazı hayvanların ulaşım ve diğer ürünlerin taşınmasında kullanımında sakınca görmediğini anlamamıza da yardımcı oluyor. [Ben genel olarak bu vejetaryenlerden biri olduğumu söyleyemeyeceğim ama yine de kimi durumları ayrı ayrı ele almak gerekebilir.] Bu aktivitelerin, hayvanlara iyi davranıldığı ve her iki tarafın da (yine asimetrik olmak üzere) bu ortak ilişkiden yarar sağladığı sürece sorun teşkil etmediğini düşünebilirler. Örneğin atlara iyi bakıldığı sürece at yarışı kabul edilebilirken, öncesinde ve sonrasında atlar istismar edildikleri için rodeo kabul edilemez olabilir. (Burada epey gri alan olduğunu kabul ediyorum ama genel olarak bence durum bu.)

Eğer hayvanlara iyi davranıldığı sürece, yiyecek olarak da dahil olmak üzere, kullanımlarında bir sorun görmüyorsam nasıl bir beslenme benimsemeliydim? Yumurtalarım ve süt ürünlerimin serbest dolaşım çiftliklerinden geldiğine dikkat ettiğim müddetçe en azından vejetaryen bir diyeti takip etmeliydim. Hatta, (etik açıdan) tutarlılığı elden bırakmayarak, Earthlings'te tüm korkunçluğuyla gözler önüne serildiği gibi büyük ölçekli endüstriyel balık çiftliklerinde üretilmiş olmadıkları sürece (ve kimi türlerin soylarını tüketmeye varacak kadar avlanmak gibi çevresel sorunların bir parçası olmadığı sürece) başta balık olmak üzere et bile yemek düşünülebilirdi. [Ben ne kadar iyi koşullarda barınmış olurlarsa olsunlar bundan sonra ağzıma et koymayı düşünmüyorum.]

Eğer bu yukarıda yazdıklarım anlamlı ve daha önceki omnivor tutumumdan daha tutarlıysa diyetimi; sebze ve meyveler en büyük payı alacak şekilde, hayvanların iyi muamele gördüklerinden makul ölçüde emin olduğum sürece de yumurta ve süt ürünleri (New York'ta köşede organik ürünler satan bir marketin yakınında yaşayan bir üst-orta sınıf insanıysanız muhtemelen bu daha kolay olacaktır), (yine serbest dolaşım çiftliklerinde yetişmiş olduğunu varsayarak) zaman zaman kümes hayvanları ve (ekolojik kriterlere uygun olan türlere ait olduğu sürece) balık tüketecek şekilde düzenlemeliydim. Bu durumda kırmızı etin neredeyse tamamı ve minimum insani muamele koşullarımı karşıladığından emin olmadığım yumurta, süt ve süt ürünleri, kümes hayvanları ve balıklar diyetimin dışında kalmalıydı. İşleri biraz daha karmaşıklaştımak gerekirse, insanlar -tüh işte yamyam olma şansım kalmadı artık-, balinalar, yunuslar ve maalesef ki mürekkep balıkları ve ahtapotlar da dahil olmak üzere belli miktarda gelişmiş bilişsel düzeye sahip hayvanları yemenin haklı bir gerekçelendirmesi olamayacağına karar verdim. İşte böyle.

Benim fikirlerimi ve davranışlarımı ortaklaştırma çabamın beni getirdiği yer bu. Eminim bu çabayı daha geliştirmek de mümkün olacak.

[Yazıyı bitirmeden önce, ben de bu konuda çok faydalı yazılarını bulabileceğiniz Peter Singer'ın yaptığı gibi, sizi, yüzde yüz vegan/vejetaryen bir diyete geçemiyorsanız dahi hayvanları sömüren ve zulmeden sektörlere mümkün olabildiğiniz kadar az müdahil olmaya davet ediyorum - tabii yukarıda yer verilen çeşitli gerekçelendirmelere katılıyorsanız. Ama eğer gerçekten siz de kendinizi vejetaryenliğin felsefesine yakın hissediyorsanız ve et yemenizi gerektirecek özel bir durumunuz da yoksa; et yemenin sizin için nasıl da vazgeçilmez olduğu, bu kadarcık tutarsızlığın kabul edilebilir olduğu gibi mazaretleri bir kenara bırakabilir ve siz de hemen şimdi bir etyemez olabilirsiniz!]

Bizden konu bağlamında ilgilenenlerin okuyup ilham alabileceği küçük bir derleme:

Hayvan özgürlüğü hareketi: http://hayvanozgurluguhareketi.wordpress.com/ [Türkçe. Burada aklınıza gelebilecek hemen her soruya bol referanslı cevaplar bulmanız ve okuma listelerinden faydalanmanız mümkün.]

Kültür Bakanlığı'ndan vejetaryen Türk Mutfağı yemekleri kitabı: http://www.kultur.gov.tr/TR/belge/1-3281/eski2yeni.html [Türkçe. Çevrimiçi ulaşım mümkün.]


Diet and the environment: Does what you eat matter? http://www.ajcn.org/content/89/5/1699S.full.pdf+html [İngilizce, açık erişim. Etçil ve etçil olmayan diyetlerin ekolojik ayakizlerine dair bir çalışma, özetle “11 yiyecek kaleminin dğerlendirildiği çalışmada etçil beslenme biçimi etçil olmayan beslenme biçimine göre 2.9 kat daha fazla su, 2.5 kat daha fazla birincil enerji, 13 kat daha fazla gübre ve 1.4 kat daha fazla tarım ilacı gerektiriyor."]

Potential Contributions of Food Consumption Patterns to Climate http://www.ajcn.org/content/89/5/1704S.full [İngilizce, açık erişim. Özetle “daha bitkisel ağırlıklı bir beslenme biçimi, daha az bağırsak fermantasyonu yapan hayvanların et üretimi için kullanımı ve yiyeceklerin geçirildiği işlemlerin daha enerji verimli hale getirilmesinin iklim değişiminin etkilerinin hafifletilmesindeki rolünü ajandamıza almamız gerekiyor.”]

All animals are equal, Peter Singer http://www.animal-rights-library.com/texts-m/singer02.htm [İngilizce]

Five Arguments for Vegetarianism, William O. Stephens http://puffin.creighton.edu/phil/stephens/fiveargumentsforvegetarianism.htm [İngilizce]

Puppies, pigs, and people, Alastair Norcross http://faculty.smu.edu/jkazez/animal%20rights/norcross-4.pdf [İngilizce]

Küçük çiftçiye destek ve ekolojik ürünler için şu sayfalara gözatmak isteyebilirsiniz: Toprakana, BUKOOP, Buğday Derneği


Earthlings'in Türkçe altyazılı parçaları: 1 - 2 - 3 - 4 - 56 - 7 - 8


1Aslında özellikle yunus parklarına karşı duruşumu vejetaryen oluşumdan çok daha önce aldım. Bundan 3 yıl kadar önce İstanbul'daki bir akvaryumda, yunuslarla dalışa katılmıştım. O zamanlar bu konuda çok bilgisizdim ve yunuslarla yüzeceğim ve onlara dokunabileceğim için çok heyecanlıydım, ancak hiç de beklediğim gibi bir tecrübe olmadı. O güzelim yaratıkların küçücük havuzlara kapatılmasının hüznü ve karanlığı tüm heyecanımı götürdüğü gibi müthiş bir sıkıntı hissetmeme neden oldu. Umarım daha fazla kimsenin yunuslara yapılan bu haksızlığı ve zorbalığı benim gibi yunusların gözlerinden okumasına gerek kalmadan bu parklar tarihe karışır. Buradan dalış öncesinde aldığım tüm eleştirilere kulak tıkadığım ve bahaneler uydurduğum için yunuslardan ve eleştiri sahiplerinden özür dilemek istiyorum.