Giriş
notu
Bu
yazı,
Natalie Reed'in FreeThoughts
Blog'da
2 Mart 2012'de yayınladığı
“God
Does Not Love Trans People”
başlıklı
makalesinin serbest çevirisiyle birlikte, köşeli
parantez içerisinde ve eğik
olarak, yazının
bana yaptığı
çağrışımlardan
oluşuyor.
Üçüncü
kısmını
yayınladığımız
yazının
birinci
ve ikinci
kısımlarını
bağlantıları
takip ederek okuyabilirsiniz.
Tanrı
transları
sevmiyor.
O
zaman bu makaleyi yazacağımı
söylediğimdeki
düşmanlık
neden? Neden trans kişiler
bu kadar olumsuz tepki verdiler? Özellikle LGBTQ bireylerin din
tarafından
nasıl
muamele edildikleri ve dinin nicedir ve hala eşitlik
ve temel insan hakları
mücadelemiz önündeki birincil engel olduğunu
da hesaba katarsak. Neden benim dini inançların
tehlikeli olduğu
lafım
“etnik-merkezcilik koktu”? Neden insanlar birdenbire benim
gerekçelerim ve duruşumla
ilgili böyle yakıcı
ve acımasız
varsayımlara
zıpladılar?
Ortaya çıkan
birçok argüman, Morgan M. Page'in Pretty Queer'deki Queerly
Religious
yazısında
incelenmiş.
Pretty Queer'in çoğunlukla
çok iyi olduğunu
düşünürüm,
hatta bazen benim muhtemelen evrendeki en favori insanım
olan Imogen Binnie'den de katkılar
yayınlarlar,
Bn. Page'e de saygım
vardır,
ama bu yazıda...
yani... kueer ateistlerle ilgili bir dünya saldırgan
varsayım
yapıyor.
Bu varsayımlar
da, dini inançlara sempatiyle yaklaşan
kueer ahalisine yerleşmiş
görüyor.
Görünen
o ki temel argümanı,
bütün kueer ateistlerin dine olumsuz tavırlarının
sebebinin dinle “Üç Büyük”ü ve onların
etrafındaki
kurumları
karıştırmalarından
geldiği
varsayımına
dayanıyor.
Daha önce de dediğim
gibi, böyle bir şey
yok. Tüm din deyince tüm dinleri kast ediyorum.
Budizm
daha solcu çevrelerce (kueer topluluğu
gibi) daha zararsız
ve bizim post-modern görüşlerimizle
kaynaşabilecek
bir din örneği
olarak gösterilir. Ama ben, bir an için bile, Budizm'in aynı
tehlikeleri taşımadığını
düşünmüyorum.
Bir
an için bile budist kültürde kurbanına,
bu dünya bir düşten
ve tozdan ibaret olduğu
için meseleyi dert etmemesini ve kızmamasını
söylemiş
bir tecavüzcü olmadığını
düşünmüyorum.
Budizm de Hıristiyanlık
gibi bu dünyada başa
gelen en korkunç durumların
bile kabullenilmesi ve daha iyisinin istenmemesi, zira bu dünyanın
sayılmadığı
gibi aynı
yıkıcı
tavırları
savunuyor. Aynı
Hıristiyanlık
gibi, bu dünyayı
ve yaşamımızı
geliştirmek
için çalışmak
ve ondan zevk almak yerine, “daha başka
bir şey”in
olduğuna
dair bir olasılığa
yatırım
yapmamızı
öğretiyor.
Aynı
Hıristiyanlık
gibi, arzularımızdan
utanç duymamızı
öğretiyor.
Aynı
Hıristiyanlık
gibi, kişisel
zevklerden arınmayı
ve acı
çekmeyi kutsal diyerek kucaklıyor.
Aynı
Hıristiyanlık
gibi, erkek egemenliğine
ve kurumsal olarak erkeklerin kadınlardan
üstün poziyonda olmasına
dair bir akışı
var. Aynı
Hıristiyanlık
gibi, “dünyevi meseleler”i (mesela bedenimizin cinsiyetimizi
tutmaması
gibi) dert etmememizi öğretiyor...
vb.
Hayır.
BÜTÜN dinler tehlikelidir. Budizm'in Hıristiyanlık'tan
bir nebze daha az zararlı
olduğunu
samimiyetle kabul etmem için YEGANE yol, sırf
yazıtlar
yerine hakiki düşünceyi
ve meditasyonu cesaretlendirmesi temeline dayanabilir. Ayrıca
felsefi olarak da daha karmaşıktır.
Yani Yahudilik'in daha eğitimli
kimi dalları
gibi, düşünce
ve araştırmayı
toptan reddetmeyi öğretmemek
gibi bir avantajı
vardır.
Ama hala tüm bu antik öğretileri
harikulade ve saldırılamaz
ilan eder. Düşünce
iyidir, ama inanç kabulleri içerisinde inancınızı
düşünmenin
durumunda. Sizden hala bir şeyleri
“sadece bilmenizi” ister. Dediklerinin çoğunun,
insan anlayışının
ve düşüncesinin
ve sorgulamasının
ve kavrayışının
“ötesinde” olduğunu
iddia eder; bir yandan da ötedeki tüm bu şeyleri
bildiğini
iddia eder.
Yani
en azından
bu temelde, benim dini inancı
reddetmem entik-merkezci değil.
Tüm küreyi içeriyor.
Page
ayrıca
dinin bazen kueer kişileri
korumak ve onların
haklarına
arka çıkmak
için bir araç olarak kullanıldığını
savunuyor. Bazı
durumlarda, bazı
topluluklarda, bazı
kültürlerde ve tarihin bazı
anlarında,
kimi dinlerin ya da dini yapıların
kueer bireylerin sahip oldukları
tek güven ve destek olduğunu.
Hakkı
var ve bu geçerli bir nokta. Ama tariflediğim
hiçbir soruna temas etmiyor. Silahlar ve bombalarda adil devrimler
ve savaşlarda
kullanıldılar.
Bu silahları
ve bombaları
zararsız
ve güvenli yapmaz. Bir şeyin
bazen adil amaçlarla kullanılabilir
olması,
onu daha az tehlikeli ya da adil olmayan durumlarda daha az
kullanılabilir
kılmaz.
Ve silahlarda olduğu
gibi (ve belki daha sıkça),
din zayıf
ve korumasızın
hizmetine sunulmuyor. Silahlarda olduğu
gibi (ve belki daha sıkça),
din güçlünün ve iktidar sahibinin hizmetine sunuluyor.
Page'in
yazısında
sorunlu ve saldırgan
bulduğum
bir diğer
şey
de, alaycılıkla
ateizmi “moda” olarak tarif edişi.
Bu taktiğin,
birinin kimliğini
küçümsemek ve özentiler sürüsüne katılmak
için mahsuscuktan öyle davrandığını
söylemek vesilesiyle kullanmasıyla
daha önce nerede karşılaşmıştım
biliyor musunuz? “Moda” kueer kişilerle
ilgili söylendiğini
gördüğümde.
Aynı
üslupla. Aynı
amaçlarla. Bu da bir çeşit
“Shut
Up, That's Why”
(Kapa Çeneni, İşte
O Kadar!). “Amaan.. söylediklerini neden ciddiye alayım.
Belli ki hava atmaya çalışıyorsun.
Ben bunları
çoktan geçtim.”
Dine
meydan okumanın
ve onu tehlikeli ya da zararlı
olarak tariflemenin ne kadar tehditkar olduğunu
tamamen anlıyorum.
Gerçekten. Bir bireyin kimliğine
derinden işlenmiş
bir şeye
yönelik bir meydan okuma bu. İşin
aslı
din biraz da böyle çalışıyor...
bu fikirler ayakta kaldılar
ve yayıldılar,
tam da
bir sürü duygusal, psikolojik ve kültürel ödül ve rahatlık
sunarken bol miktarda zahmetli duygusal, psikolojik ve kültürel
bedeli kenara koydukları
için.
Dine
bu meydan okumalar, özellikle dinin sadece dogmatik ve kurumsal bir
rol oynamadığı
topluluklarla konuşurken
tehditkar ve incitici olabiliyor. Beyaz olmayanlarla ya da başka
azınlıklarla
konuşurken
bu özellikle doğru.
Bu
gibi durumlarda inanç ve din epi topu bir yönetici kurumdan ya da
ne olduğunuz
ve ne olmanız
gerektiğiyle
ilgili haftalık
bir dersten ibaret değil.
Daha kalabalık
ve güçlü çoğunluk
kültürünün tehdidi altındaki
azınlık
grupları
için, din topluluğu
bir arada tutan ve asimilasyon (ya da imha) tehdidine rağmen
topluluk kimliğinin
korunup pratiğe
geçirildiği
bir tutkal görevi görebilir.
Bu
topluluk ve gruplar (örneğin
trans bireyler) imtiyazlı
çoğunluğun
tehdidi altındayken;
din, dogma ve inancın
tehlikeli yanlarına
dönük eleştiriyi
etnik-merkezci bağnazlıktan
ve kültür empoze etmekten ayrıştırmak
çok zorlaşıyor.
Ama
nasıl
ki imtiyazlıların
cis-seksist
ve heteronormatif önyargılarını
tanımak
illa ki cis ve heteroseksüel kişilere
ya da cis-cinsiyetliliğe
ve heteroseksüelliğin
kendisine bir saldırı
anlamına
gelmiyorsa; din ve inancın
sorunlu yanlarına
da, dindar kişilerin
veya dine atfedilmiş
topluluk kimliği,
sanat, müzik, şiir,
ritüel, mit, metafor, ahlak, iyilik vb. öğelerin
eleştirisini
yapmaksızın
bakmak mümkündür.
(Burada,
tüm bu öğelere
seküler bir bağlamda
bakılabileceğini
söylemeden geçmeyeyim. Seküler ve dini bağlamda
gerçekleşebilecek
iyi her şey
(sanat ve iyilik gibi) ve iki bağlamda
da gerçekleşebilecek
kötü her şey
(soykırım
ve bağnazlık
gibi), dinin olumlu ve olumsuz yanları
tartışmasından
alakasızdır.)
Ateizmi
“beyaz, ayrıcalıklı”
bir şey
olarak konumladığımızda
ve farklı
ten rengindeki insanların
dini inançlarının
daha farklı
olduklarını
ve kendi hallerine bırakılmaları
gerektiğini
kurguladığımızda,
bir taraftan da karman çorman bir ırkçı
hikayeyi yutarız.
Böylece temel bir Öteki ve ırksal
özcülük kurgulamış
oluruz. Bilim, rasyonellik ve eğitimin
beyazlar için olduğu
ve dışlanmış
ırksal
grupların
“ruhani” ve “sezgisel” olduğu
kavramsallaşmasını
harekete geçiririz. Bu, eğitimdeki
dağılımın
sadece imtiyazlılara
dönük oluşunu
ve farklı
renkten kişilerin
(sanki yetişemezlermişcesine)
bu hususların
dışında
tutulmasını
sürdürmüş
oluruz.
Trans
latin bir e-arkadaşım,
bu tavrın
nasıl
üstten ve sahiplenici olabileceğini
tweet ediyordu. Sanki “zavallı
renkli trans kadınlar”ı
çocuk eldiveniyle idare etmemiz ve onlar bu kavramları
bizim gibi anlayamazlarmış
gibi. Onları
daha da öteleyerek ve Öteki kimliğini
yeniden üreterek; dahası
bunu onlar “için” yaptığımızı,
onları
hassas poziyonları
gereği
“ihtiyaç” duydukları
dini “zorla” alıkoyan
ateist saygısızlardan
“korumak” için yaptığımız
iddiasıyla.
Bir yandan beyaz kültürün dini kurumlarını
(Hıristiyanlık)
keyifle eleştirirken,
öte yandan Öteki'lerin dinlerine başka
muamele yapıp
ve farklı
bir hürmet (hatta huşu)
bahşedip
sorgulanmadan ve eleştirel
düşünceden
muaf tutarak.
[Türkiye'de
de, “Anadolu halkının
geleneksel değerlerine”
hürmet etmemiz söylenir durur.
Bir
televizyon kanalında
görece solcu bir yazarın
“Sen benin annemin babamın
dinine nasıl
karışırsın?”
dediğine
tanık
olmuştum.
Buradaki anne ve babanın
“anlayamazlığı”
vurgusunu bir yana koyalım;
asıl
olarak, verili toplumsal koşullara
biat etmemiz söyleniyor.
İşin
ilginci, fark ettiğinizi
bir toplumsal yalanı
etrafınızdakilerle
paylaşma
girişimlerinizin
tamamı
bu yöntemle reddedilebilir zaten. Nitekim “toplumun büyük
çoğunluğu”
kart kurt sesleriyle Kürtçe'nin ortaya çıktığını,
1. Dünya Savaşı'nda
Almanya yenildiği
için “yenilmiş
sayıldığımızı”
falan düşünüyor.
Bu örneklerle dinin ortak noktası,
yukarıda
değindiğim
verili toplumsal koşulların
bizzat kendilerinin bir siyasi projenin parçası
olmaları.
Daha güzel bir örnek
geliyor aklıma.
Son 10 yıl
boyunca dindarlaşmaya
laf eden herkese “seküler elit” damgası
vura vura; din üzerinden, baskı,
sansür ve tecrit aracılığıyla
gerçekleştirilen “dinci
elit” dönüşümüyle artık
“halkın
değerlerine”
saygımız
sonsuz. Neyse ki halkın
değerleri
arasında
gelir adaleti, fırsat
eşitliği,
hukuk, bilimsel eğitim
gibi şeyler sayılmıyor.
Vurgulamak istediğim,
başlangıç
noktamız
olarak verili toplumsal koşulları
değil
savunduğumuz
değerli
almamız
gerektiği.
Özellikle LGBTQ ve din denkleminde bunun çok önemli olduğunu
düşünüyorum.]
Buradaki
bir anahtar kavram, ateizmin, doğası
gereği
insanları
bir kültürel görüşe
döndürmek istemesiyle, sömürgeci ya da emperyal olduğu
suçlamasıdır.
Ateizm kimseyi “döndürmeye” çalışmaz.
Din, duygusal manipulasyon ve aleni cebir yollarıyla
din değiştirtir.
Ateizm ise tartışır,
öğretir,
ve sizden şeyleri
kendi adınıza
düşünmenizi
ister. Hiçbir vaatte bulunmaz (“tüm acılardan
kurtulacağız”,
“sonsuz yaşama
kavuşacaksın”
ya da “aydınlanma
ve iç huzur bulacaksın”
gibi), hiçbir tehditte de bulunmaz (“cehenneme gideceksin” ya da
“durmaksızın
kaygı,
umutsuzluk ve acılarla
dolu hayatlara yeniden doğacaksın”
gibi). Sadece sorular sorar ve sizden de kendinize sorular sormanızı
ister.
Ama
ateizmin bu gibi eleştirilerinin
poziyonu bakımından,
görüş
paylaşmanın
HER hali öyle ya da böyle sömürgeci, emperyal ve baskıcıdır.
Ki bu da, kendilerinin beni dini sorgulamamayı
kabul etmeye “zorlamalarında”
görüldüğü
üzere korkunç derecede ikiyüzlüdür.. kahrolası
imtiyazlı
din-savunucuları!
Emperyalistçe, kendi tanzimci dogmalarını
bana empoze etmeye çalışıyorlar!
Hrrr! (yumruk sallama)
[Üçüncü
kısmın
sonu. Yazının
dördüncü ve son bölümünü yakında
yayınlayacağız.]