Saturday, June 29, 2013

Hiç Kimsenin Yanıtıdır...



Biliyorum ki ben hep arka safları tercih ettim. Asla önde gaz fişeğini geri atan insan olamadım.” Günlerdir tam olarak bunun üzerine düşündüğüm için, Bianet'te Elvan Salman imzasıyla yayınlanan “Hiç Kimsenin Çağrısıdır...” yazıda bu satırları okuyunca, yorum yapma hakkım varmış gibi hissettim. Elvan, yazısında, “şiddete başvurmadan eylem yapan kişilerin zarar görmeyeceği bir evreye geçmek istiyorum” demiş. Şiddetle ilgili teorik ve politik tartışmaları bir kenara bırakalım, acaba Elvan'ın bu önerdiğini gerçekleştirmek mümkün mü, mümkünse de doğru mu, bunları konuşalım.


Yazısında şu soruları yöneltmiş Elvan: “Eğer evindeysen neden evindesin? Sığındıysan neden sığındın? Senin sığındığın eve sığınamamış ve senin kadar şanslı olmayan biri olabilir mi? Sen önde durma cesaretini gösteremiyorken, birilerini bunu yapmak zorunda bıraktığının farkında mısın?” Tam da bu soruları soruyorum kendime günlerdir, ama yanıtım daha farklı.


İlk paragrafta ortasından kestiğim cümlenin devamında Elvan şöyle diyor: “Asla önde gaz fişeğini geri atan insan olamadım, olamayacağımı da. Bu gerçek önümde dururken benden daha cesaretli olanları o tehlikenin içine atmayı vicdanıma sığdıramıyorum.” Oysa tüm bu sürecin, yüzbinlerce insanın hep bir ağızdan “Biber gazı oley !” sloganını attığı bir hareketin devrimci ahlakla ilgili bana ve bize öğretmesi gereken bir şeyler yok mu? “Cesaret” kişilerle ilgili sabit bir veri midir? Yoksa konfor bölgemizle tanımladığımız bir değer midir? Benim konuştuğum dostlarımdan duyduğum kadarıyla, onların motivasyonu korkusuz olmaları değil, o anda orada bulunmaları gerektiğinin bilincidir. Şimdi Elvan bu bilincin kendisinde ve bende olmayışına “önümde duran gerçek” diyor. Burjuva konformizmine gerçek adını takmayı, gaz bulutunun içinde “Talcid isteyen var mı? Talcid'e ihtiyacı olan?” diye dolaşan, atılan gaz bombasının peşinden koşan dostlarıma hakaret olarak algılıyorum. Ve bizzat kendimin günlerce bu hakareti etmiş olduğumu hissediyorum. Hele ki elimde tüm bu ahlakı sorgulamamı sağlayacak araçlar hazırken.


Buraya kadar, Elvan'ın önerisinin doğruluğuyla ilgiliydi söylediklerim. Ama ortada daha temel bir sorun var. Zarar görmediğimiz bir evreye geçip geçmemek, malesef bizim kontrolümüzde değil. Bu zarar görmeme perspektifi, bir an olsun devletin saldırısının durduğunu veya duracağını varsayıyor. Bununla ilgili herhangi bir kanıt göremiyorum.


Elvan “Üzülüyorum, kafasına isabet eden gaz fişeği ile çocuğundan daha çocuk olmuş Beşiktaşlıyı düşününce üzülüyorum. Korkuyorum, gözüne gelen fişek kanına nüfuz edince art arda kalp krizi geçiren gencin yaşadığı acıyı düşününce korkuyorum. Endişeleniyorum, gözü çıkan gençlerin geleceğini düşünerek endişeleniyorum.” demiş. Görüyorum ve arttırıyorum: Üzülüyorum, Etkin Haber Ajansı'nın polis işgali altında kalıp neredeyse bir tam gün boyunca yayın yapamamasına üzülüyorum. Endişeleniyorum; İzmir'de, Ankara'da, İstanbul'da, Adana'da, Kocaeli'de yapılan ev baskınlarını, hala gözaltında tutulan yüzlerce dostumuzu, sayıları her geçen gün artan tutuklu yoldaşları düşünerek endişeleniyorum. Haydi bunların çoğu devrimci dostlarımız, nelerle karşılaşacaklarını bilen yoldaşlarımız. Ama: Korkuyorum, Hüseyin Çelik'in “Serbest kalanlar fazla sevinmesin – Deliller yolda.” sözlerinin gerçek anlamını fark ederek, Adana ve İzmir'de sosyal medya paylaşımları sebebiyle yapılan gözaltıları hatırlayarak, hepimiz adına korkuyorum.


Devletin polis şeklini alarak bize saldırmasının sebebi, eylemlilik biçimimizin alternatif olmayışı falan değil, bizzat bizim varlığımız. Faşizmin çalışma ilkelerini doğru anlayalım. “Muktedir gücün bir noktada hatasını kabul edeceğine inanacak kadar naif dimağlar” olmaktan çıkalım, faşizme karşı omuz omuza verelim.


Hadi faşist versiyonunu anlamadıysak, bari kapitalizmin genel ruhunu anlayalım. Keza, bunu kast etmediğine emin olmakla beraber, Elvan'ın “Bir can bile kurtulacaksa, bir genç kadının gözünü kaybetme ihtimalini azaltmak için farklı bir yol düşünelim.” sözlerinde, Gezi Parkı'nda görmüş olduğum kadın cinayetleri, tersane ve madenlerdeki iş (kaza süsü verilmiş) cinayetleri, Suriye'ye dönük saldırgan ve emperyalist politikalar, trans bireylerin linç edilmeleri, Reyhanlı ve Roboski pankartları vb. vurguları geçiştiren bir ima olduğunu hissediyorum. Evet, bir can bile kurtulacaksa, bu sistemi değiştirmek (devirmek değil, çünkü öyle yazarsak suç olur, terör olur) için elimizden geleni ardımıza koymayalım. Zira benim de, “Zarar görenleri izlediğimde kanım donuyor.”


Ben bu satırları yazarken, mahkeme, Ethem'in katilini tutuklama talebini reddediyor ve “Tutuklanmasının ilerde telafi edilmeyecek zararlara yol açacağı anlaşılmıştır.” diyordu.


Katil polis sokakta, emri veren Tayyip sokakta, emri ileten yetkililer sokakta. Haydi şimdi sen de #sokağadön .


Gezi Parkı'ndaki kampımızdan başka, Gündoğdu Meydanı'ndaki kampımızdan başka, Kuğulu Park'taki kampımızdan başka, Türkiye'nin park ve meydanlarından başka huzurlu bir yer yok bize.

Friday, June 7, 2013

Hatırlayalım: Aşk Örgütlenmektir.


Taksim'le başlayan büyük ayaklanmanın birinci haftası biterken, hepimizin sürecin kendisi ve geleceğiyle ilgili düşüncemiz, umutlarımız ve planlarımız var.

Out for Beyond olarak bu tartışmaya küçük ama önemli bulduğumuz bir katkıda bulunmak istiyoruz.

Bu direniş ve ayaklanma dalgasının hepimize birden öğretebileceği bir şey olduğunu düşünüyoruz.

Öncelikle:
  • Taksim Dayanışma Platformu'nun aylardır sabırla sürdürdüğü kampanyayı aklımızda tutalım.
  • Ağaçlar sökülmek üzereyken Gezi Parkı'nda nöbet kampı kuran yürekli aktivistleri aklımızda tutalım.
  • Sürecin bu ölçüde kitleselleşmesinden önce, muhteşem bir dirayet gösteren ve ilk iki gün boyunca polise direnen militanları ve eylemcileri aklımızda tutalım.

Gezi Parkı direnişi kendiliğinden kitleselleşti, evet. Ama kendiliğinden başlamadı. Sabrımızı taşıran o son damla, bizi sokağa döken o çığlık, tüm bu kampanyacıların, aktivistlerin, militanların ve örgütlerin çabalarının sonucuydu.

Out for Beyond olarak, bize dayatılan gerçekliğin “ötesine” geçmek için sokağa ve kolektif siyasi alana “çıkmayı” öneriyoruz.

Eyleme katılan herkese örgütlenmeyi düşünmeye başlamayı, siyasal örgütleri ciddiye almayı ve onlarla samimi bir şekilde tanışmalarını öneriyoruz.

El pueblo unido, jamas sera vencido !

Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez !



Thursday, June 6, 2013

Karar Alma Süreçlerinde Katılımcılık ve Oydaşma: Yapılandırılmış Tartışma


Giriş notu: Bu yazıyı bir süredir hazırlıyorduk. Taksim Gezi Parkı'yla başlayan eylemlerden sonra metni güncellemedik. Eğer değindiğimiz noktalar tüm Türkiye'deki yürekli eylemcilerin  azıcık dahi işine yarayacak olursa, kendi kendine güncellenecektir diye umuyoruz.


Giriş


Kapitalizmin krizi, devletleri çıplak siyaset yapmaya zorluyor. İşçi sınıfının gelirleri mutlak olarak düşürülürken finans devleri kurtarılıyor. Bunun karşısında, ABD'de Wall Street'i İşgal Et! hareketi ve Avrupa'da Troyka (IMF, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası “üçlüsü”) karşıtı mücadele ile karakterize edebileceğimiz, ancak çeşitli seviyelerde tüm dünyadaki kitlesel ayaklanmalarda gözlemlenebilecek ilginç bir olgu karşımıza çıkıyor. “Yöneten”in kim ve nerede olduğunun bilincine sahip, burjuva iktidarının meşruluğunu kabul etmeyen geniş bir kitle hareketi ile karşı karşıyayız.

Bu yazı, iktidar mücadelesinin nasıl kazanılacağıyla ilgili değil. Bu yazı, bu eylemlerin nesnel ve öznel sınırlarıyla da ilgili değil. Bu yazı, devrimciler olarak bir süredir kendimize sormayı unuttuğumuz bir soruyla ilgili: Karar alma süreçlerine katılmaya talip, hevesli ve kararlı kitleler, milyonlarla ifade edilen sayılarla sokaklara dökülüyorlar. Devrimci örgütler bu eylemcileri nasıl içerebilirler?


İki kötü yanıtla başlayalım. “Parti programımız budur, bir sonraki seçimde bize oy ver.” diyemeyiz. Zaten bu insanların sokakta olma sebebi doğrudan doğruya burjuva temsili demokrasileriyle sorunları olması ve bizim burjuva olmayışımız bugünkü temsili demokrasileri biraz olsun daha iyi kılmıyor. “Bizim örgütümüze dahil ol. Sonrasında ne yapacağını söyleriz.” de diyemeyiz, çünkü eylemciler sokağa karar alma süreçlerine aktif olarak katılma talebiyle çıkıyorlar.

Bir de “daha az kötü” yanıt var. “Örgütümüze dahil ol. Ne yapacağımıza birlikte karar verelim.” de diyemeyiz. Daha doğrusu, keşke diyebilseydik. Ancak en katılımcı örgütümüz bile, on binlerle ifade edilen aktivistin birlikte çalışması için tasarlanmıştı. Şimdi yüz binlerce kişi, kendilerini rahat hissedecekleri siyasi ortamlar arıyorlar.

Böylece bu yazı, Karar Alma Süreçlerinde Katılımcılık ve Oydaşma altbaşlığında topladığımız problematiğin bir parçasını oluştuyor. (bkz. Kolaylaştırıcı ve Verimli Toplantılar)

Sorumuz şu: Belli bir siyasal ortaklaşmayla başlanan toplantılarda genellikle pratik konular konuşulur. Derin, politik bir tartışma açıldığında ise grup ne yapacağını şaşırır ve (kimi zaman bazı katılımcıların pek de ilgilenmedikleri bir konuyla) saatler kaybeder. Grubun şaşkınlığında bir tuhaflık yok. Zamanın daralması ile siyasal ortaklaşmanın güçlendirilmesi arasındaki rezonans geçiştirilecek bir mesele değil. Hem “iş”leri, hem de politik tartışmayı yürütmemizi kolaylaştıracak nasıl yöntemler kullanabiliriz?1


Bir tartışmayı nasıl yapılandırabiliriz?


  1. Yakınlık  (afinite) grupları

Yakınlık (afinite) grupları İngilizce'de “affinity group” olarak geçiyor. Tureng internet sözlüğünde karşılık olarak “ortak bir amaç veya çıkarla bağlanan bir grup insan” denmiş. Yakınlık sözcüğü istediğimiz çağrışımların bir kısmını içermiyor, istemediğimiz başka çağrışımlar içeriyor. Bu sebeple, yoktan sözcük üretmek yerine, afinite sözcüğünü kullanacağız.

Toplantı esnasında (yani toplantıya paralel olarak) veya sonraki bir toplantıya kadar çözümlenmek üzere bir çalışma grubu oluşturulabilir. Örneğin bir öğrenci grubu, başka bir üniversitedeki eylemlerle dayanışma amacıyla bir destek metni yazmaya karar verebilir; bu metin tüm grupça tasarlanmak yerine birkaç kişinin sorumluluğuna devredilebilir.

Afinite grupları oluşturulurken şunlara dikkat edilmesinde fayda var. Öncelikle, afinite gruplarının somut bir işi yerine getirmek üzere ve az kişiden oluşturulmasında fayda vardır. Dolayısıyla yukarıdaki örnekteki gibi bir dayanışma metninin yazımından sorumlu olabilirler, ama örneğin bir siyasal hareketin seçimlerde hangi pozisyonu alacaklarına tek başlarına karar vermezler. İkinci olarak, afinite grubunun çalışacağı konunun “içeriği”nin tüm grup tarafından belirlenmesi gerekebilir. Önceki paragraftaki örneğimize dönersek, destek metninin hangi konulara değinmesi, hangi konuları vurgulaması gerektiğini tüm grubun tartışması ve afinite grubunun bu tartışmalardan süzülen sonucu kaleme alması yararlı olabilir. Üçüncüsü, afinite grupları, buradaki bağlamda, tanımlı bir işi yerine getirmek üzere oluşturulur, iş tamamlandığında ortadan kalkar.

Afinite gruplarının kullanılabileceği örnekleri çoğaltabiliriz: Afiş tasarımı, bir toplantının lojistiği, oluşumun görüşlerinin bir platformda temsil edilmesi, bildiri yazılması, vb.



  1. Tartışma yapılandırma


Şimdi grubun önünde, politik sonuçları bakımından ciddi bir soru olduğunu düşünelim. Bu soru, grubun referandum veya seçim stratejisi olabileceği gibi, bir toplumsal sorunla ilgili nasıl bir tutum alınacağıyla ilgili de olabilir. İlk durumda seçenekler daha keskin olarak ayrıştığı için, uzlaşmadan ziyade ikna ağırlıklı olacaktır. Biz, ara seçeneklerin de olduğu bir örneği tercih edeceğiz. Örneğimiz, kurulması planlanan bir nükleer santralle ilgili görüş oluşturmaya çalışan bir yerel halk örgütlenmesi olsun. Bir toplantıda bu konunun açıldığını ve görüş ayrılıkları olduğunun fark edildiğini varsayalım.


  • Koordinasyon ve Takvimlendirme

Kendimize şu soruyu sorarak başlayabiliriz: Bu tartışmanın geliştirilmesi ve sonuca bağlanmasından kim sorumlu?

Birçok grup buna “Hepimiz.” şeklinde yanıt verir. Sorumluluğu boşluğa devretmek genellikle olumlu sonuç vermeyecektir. Bunun yerine, bir kişinin ya da birkaç kişiden oluşan bir grubun sürecin koordinasyonunu üstlenmesi faydalı olabilir.

Bu koordinasyon ekibinin (bunu da bir çeşit afinite grubu olarak düşünebiliriz) görevleri şunlar olabilir.

Öncelikle grubun ihtiyaçlarını tespit etmeliyiz: Grup üyeleri nükleer santrallerle ilgili temel bilgilere sahip mi? Grup, santral projesiyle ilgili siyasal ve hukuki durumdan haberdar mı?

Karara giden yol haritasını da çizmek işe yarayabilir. Bir yıl sonra ihalesi yapılacak bir santralle ilgili nasıl bir tutum alınacağını bir-iki toplantıda alelacele belirlemeye gerek olmadığı gibi, altı ayı tartışmalarla tüketmemek ve karar alıp harekete geçmek gerekebilir. Bu takvimlendirme, aşağıda işleyeceğimiz adımları da planlayabilir.

  • Görüşleri toplama ve derleme

Tartışmanın açılışının verimli yapılabilmesi için, önyargılar ve retorikten arındırılmış bir şekilde tarafların görüşlerinin tüm grupla paylaşılması işe yarayabilir. Bunun için, konuyla ilgilenen herkesin görüşlerini derlemekte fayda olabilir. Bunun kolay yolları arasında birebir görüşmeler veya yazılı anket hazırlanması sayılabilir.

İlk kalemde akla gelen “Nükleer santrallerle ilgili görüşünüz nedir?” sorusunun yanında “Bölgemizde yapılacak olan nükleer santral projesiyle ilgili görüşünüz nedir?” diye sorulabilir. Kimi üyeler nükleer santrale karşı olmamakla beraber bu projenin koşullarına şiddetle karşı olabilir.

Burada bir uyarıda bulunalım: Herhangi bir görüşe sahip olmamak da önemli bir veridir. Grubun bilimsel ve siyasal hazırlık yapmaya ne kadar ihtiyacı olduğunu tam da bu “kararsızlar” belirleyecektir.

Anketin veya görüşmenin de içeriği tüm grupça belirlenebilir. Örneğin, bu soruları gören nükleer taraftarı bir grup üyesi, “Bölgemizdeki işsizlik sorununun nasıl çözülebileceğini düşünüyorunuz?” diye bir soru önerebilir. Böylece santral inşaatı ve istihdamla ilgili bir argümanla ilgili görüşler de ilk ankette derlenmiş olur.

Deneyim gösteriyor ki, bu görüşleri bir toplantıda veya bir eposta grubunda toplamak, faydadan çok zarar sağlayabiliyor. Henüz herkesi dinlemeden ateşli bir tartışmaya başlanabiliyor, ya da kişiler diğerlerinin argümanlarına yanıt vermek ihtiyacı hissedebiliyor. Bu sebeple bu “görüş derleme” işini açık değil kapalı olarak yapmak, bu verileri hammade olarak alıp işlemek ve ardından görüşleri kapsamlı bir biçimde sunmak daha olumlu sonuç verebilir.

Son bir not: Görüşleri derlerken, “hisler ve beklentİler”i sormak kimi durumlarda birçok sorunu aynı anda çözebilir. Grup üyeleri tüm bu tartışmadan ne bekliyorlar? Bilgilenmeyi ve bir görüş oluşturmayı isteyenlerin çoğunlukta olduğu bir grubun ihtiyaçları başkadır; illa ki tüm grubu santral yapılmasına karşı olmaya veya taraf olmaya ikna etmeyi hedefleyenlerin yoğun olduğu bir grubun ihtiyaçları başkadır. Biri diğerinden iyidir demiyoruz, sadece bu iki durumda kullanılacak yöntemlerin farklı olması gerektiğine işaret ediyoruz.

  • Küçük grup çalışmaları

Konunun tartışılması oluşumun toplantı maddelerinden biri olabileceği gibi, düzenli toplantıların haricinde yapılacak toplantılara da aktarılabilir. Her durumda, özellikle farklı soruların ve her farklı soruyla ilgili farklı görüşlerin bulunduğu gruplarda, küçük gruplara bölünerek konuyu tartışmak verimi arttırabilir. Bu konuyu Verimli Toplantılar yazımızda detaylıca incelemiştik.

  • İlerleme

Her tartışma ilerler. Önemli olan, grubun bunun farkına varmasıdır. Her tartışma, birçok görüşte oydaşılmasıyla sonuçlanır. Önemli olan, grubunun bunun farkına varmasıdır.

Bir önceki bölümdeki nükleer santral örneğimize dönelim. Oydaşılan konu illa ki “Nükleer santrallere hayır.” olmayabilir. Ancak tüm üyeler “Nükleer santrallerin zararlarıyla ilgili yeterince bilgi sahibi değiliz.” sonucuna varabilirler. Hatta “Aramızda nükleer enerjiye şiddetle karşı olanlar vardır.” cümlesinin dillendirilmesi dahi bir ilerleme sayılabilir. Bazense “Bu nükleer santral ihalesinin usülsüz olduğunu düşünüyoruz.” görüşünde oydaşılırken yine de kampanyanın nükleer enerjiyle ilgili nasıl bir söylem oluşturacağına ayrılıklar olabilir.

Grubun daima göz önünde bulundurması gereken, hangi konularda oydaşmaya varıldığı, hangi konularda ayrışma olduğu vb.nin tespitini yapmaktır. Bu tespit es geçilirse, tartışmayı yapıcı bir yönde ilerletmek çok zorlaşabilir.

Her tartışmada ayrışma olur. Bazen bu ayrışma sürecin devamı için mühim olmayabilir, ama bazen de mühim olabilir. Tartışmayı koordine edenler gözlemledikleri bir ayrışmayı not edebilirler ve çeşitli aralıklarla tartışmanın gidişatına dair kısa bir özeti tüm grupla paylaşabilirler.


  1. Siyasal hesap verebilirliği arttırmak

Uzun tartışmalar sonunda grubumuzun “Nükleer santrallere hayır.” sonucuna vardığını varsayalım. Ayrıca bu sonuçtan hareketle bir yerel kampanya örgütlemeye karar verildiğini varsayalım.

Bu kampanya sürerken gruba yeni katılanlar olacaktır. Bu kişilerin katılma sebepleri nükleer enerjiyle uzaktan yakından alakalı olmayabilir. (Grubun başka bir etkinliği vasıtasıyla gruba dahil olmaya karar vermiş olabilirler. vb.) Bu kişiler de düzenli toplantılarda nükleer karşıtı kampanyayla ilgili tartışmalara katılacaklarına göre, grubun bu yönüne oryante edilmeleri gerekebilir. Bir grubun motivasyonunu en çok düşüren şeylerden biri, yapılmış bir tartışmayı tekrarlamaktır.

Bu sebeple, tartışmaların sonunda “kapsamlı raporlama yapmak” ve “gerekçeli karar almak” işe yarayabilir. Bunun ilk faydası, yeni üyenin, kimi eleştiri ve argümanların yanıtlarını raporlardan öğrenmesidir. Böylece grup kendini tekrar etmek zorunda kalmayacaktır. Ancak, kapsamlı raporlamanın ilk anda akla gelmeyen bir faydası daha vardır. Grup üyelerinin birbirlerini ve kendilerini ikna etmek için haftalarca uğraştıklarını ve saatlerce tartıştıklarını gören bir üye, süreci baltalamaktan imtina edecek ve ciddi şüpheleri varsa bunu toplantı dışında bire bir görüşmelerle tartışmayı tercih edecektir.

Böylece, tartışma sonu raporu yazarken veya alınan bir kararın gerekçesini yazarken, sadece tartışmaya katılanlara gelecekte süreci anımsatmak değil, konuya tamamen yabancı birini de sürece entegre etmek amaçlanmalıdır. Rapor metinleri, “orada olmayan”ları da hedef kitle kabul etmelidir.


Sonuç

Karar alma süreçlerine katılımı arttırmanın yollarından biri, grubun akış hızını kesecek ve enerjisini düşürecek koşullarla yapısal olarak başetmektir. (Bu koşullara “sorun” demiyoruz, çünkü yeni kurulan herhangi bir siyasi oluşumun başına gelebilecek en güzel şey, teorik zenginliği olan bir politik tartışmanın filizlenmesidir. Böyle bir tartışmanın sonuca bağlanması çok uzun sürebilir; ancak süreç genel olarak grup üyelerinin yararına olacaktır.) Bir tartışma veya görüş ayrılığı oluştuğu noktada, yakınlık (afinite) grupları oluşturmak, tartışmayı yapılandırmak, siyasal verimliliği arttırmak veya bunların herhangi bir kombinasyonunu kullanmak, verimden taviz vermeden katılımı arttırmaya yardımcı olabilir.




1 Bu yazının alt problematiği yeni değil, önereceğimiz çözümler de özgün değil. Belki sunumda ve siyasal çerçevelendirmede kısmen özgünlük iddiasında bulunabiliriz.

Tuesday, June 4, 2013

Gezi Parkı: Burası Buluştuğumuz Yer


 “There's something happening here
What it is ain't exactly clear”


Şarkının yol gösterdiği gibi: Burada bir şeyler oluyor, burada büyük ve önemli bir şeyler oluyor.

Bundan yaklaşık bir hafta kadar önce, kent hakkı üzerinden barışçıl bir mücadele yürüten yüz kadar gence sabah saatlerinde polis inanılmaz bir öfkeyle saldırdı. Parktaki çadırları yaktı, oturan eylemcilere tazyikli su sıktı, Taksim’den başlayıp gösterilerin yoğunlaştığı bütün civar semtlerde yoğun gaz bombası kullandı. O dakikadan itibaren de polis şiddeti hiç durmadan, artarak ve yayılarak sürdü. Eylemlerin sekizinci gününde şiddetin Taksim’de azaldığı söylenebilirse de hem tehdidi, hem de başka yerlerdeki protestolar karşısında yoğunluğu devam ediyor.

O dakikadan itibaren süren başka birşey daha oldu: İsyan! Hem de daha önce hiç olmamış, kimsenin pek de beklemediği şekilde. İktidarın yıkıcı bir hızla uyguladığı neoliberal politikaların ve en ufak itiraza tahammülsüz otoriter uygulamalarının her birine kendi yaralandığı yerden itiraz eden milyonlarca insan Gezi Parkı’nın etrafında yükselen ama orasıyla sınırlı kalmayacak şekilde sesini yükseltti. Ülkenin neredeyse her iline yayılan protestoların şimdiden iki somut kazanımı var: Bundan bir hafta önce kolluk kuvetlerinin kimse giremesin diye tüm anayolları, ulaşımı hatta Boğaz Köprüsü’nü kapattığı ve savaş alanına döndürdüğü meydan son iki gün ve gecedir kendi kendine oluşmuş bir festival ortamına dönüşmüş vaziyette bir dakika boş kalmıyor. Otosansür uygulamayı kendine vazife bilen ana-akım medya ise, hâlâ süren manipülasyon çabası ile birlikte olsa da eylemleri artık daha fazla gizleyemiyor. Öyle görünüyor ki, toplumsal mücadele pratiğine dair kazanımlar ise çok daha büyük olacak, oluyor. Apolitikliğine ve kutuplaşmışlığına neredeyse ikna olduğumuz bir toplum, hiç kabul görmez sandığımız sloganlar etrafında vazgeçmeyen bir muhalafet sürdürüyor. Bunu yaparken de hem eylemliliğin nasıl birşey olduğunu deneyimliyor, hem de toplumsal muhalafetin hangi koşullarda sürdürüldüğünü artık ilk elden biliyor. Hiçbirşey olmasa şimdi en azından bir adım daha yakınız birbirimize. Tüm bunlara dair “Ne olacak?” sorusu elbette önemli, ancak halihazırda olan şeyin büyüklüğünü ve heyecan vericiliğini de teslim etmek, elde tutmak gerekiyor.

Polis şiddettinin daha ilk günden küçük gruplara dahi bu kadar yoğun ve tahammülsüz başlamasının gösterdiği şey iktidarın somut emriydi: “Kalabalıklaşmasınlar!”. Oysa ters tepti, kalabalıkları oraya toplayan şey tam da bu baskı ve yoğun şiddet ortamı oldu, insanlar polis şiddeti nereye yöneliyor, gaz bombası nereye atılıyorsa bilerek ve inatla oraya yöneldiler. Şimdi elimizde bu kalabalık ve bu inat var. Yıllardır kitleselleşememekten yakınılan bir ülkede, sol siyasetin bu kalabalığı küçümseme hakkı da, bu inadı siyasi mobilizasyona dönüştürmeye kafa yormama lüksü de yok. İşte bu sebepten, eğer bir kitlesellikten bahsediyor ve etrafımızdaki çemberi aşmayı talep ediyorsak o kadar da yakın duramadığımız söylemlerin, grupların, eylemlerin de burada olması kaçınılmaz. Alanın ırkçı, cinsiyetçi, militer sloganları canımızı sıksa da, tecrübeyle sabit ki bunları ayıklamanın yolu “sen git” demek değil, dönüştürmek.

Dönüştürürken ise yapacağımız şey o kadar da zor değil, zaten olduğumuz bir şeye sahip çıkmak; militanlaşmaktan çekinmemek. Evet; kalabalıklar, o kalabalığın farklılıkları ve kendiliğindenliği görülmeli ve kutlanmalı. Lakin en başta bu kadar insanın dikkatini hem Gezi Parkı’na hem de toplumsal muhalafetin yükseldiği tüm diğer alanlara çekebilen, bu insanların Taksim’e ya da başka yerlerdeki protestolara gelip polis saldırılarına karşın buralarda kalabilmesini sağlayabilenin o “marjinaller”, yani aslında mücadele olduğunu unutmamak gerek. Bu yüzden; temsiliyete, eylemliliğe, örgütlülüğe ve siyasete uzak duran söylemler üretmek değil; tam da ortaklaştığımız yeri fırsat bilerek kalabalığı bunlara davet eden pratikler ortaya koymamız, bunun için de orada olmaya devam etmemiz gerekiyor.

Umut etmenin doğasında hayal kırıklığı var, hayal kırıklığının doğasında öfke. Tüm bunların sonunda umut ettiklerimizin bir kısmı gerçekleşmezse, öfkelenebiliriz. Olsun... Öfke iyidir, lazımdır. Rüzgâr tersine dönse dahi o öfkeyi bugünleri önemsezleştirip yok sayacak bir yere savurmak değil, toplumsal dönüşüme dair umudumuzu tekrar büyütecek şekilde örgütlememiz gerekecek.

Tıpkı meydanın söylediği gibi: “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”

  

Monday, June 3, 2013

Like a Tree, Like a Forest in Taksim Square - Kıvanç Eliaçık


Testimony by Kıvanç Eliaçık, International Relations Office Director in DİSK (Confederation of Progressive Trade Unions of Turkey)
[also published here]
My trade union is part of a platform together with professional associations and neighborhood organizations. This platform protests the construction work in Taksim that will demolish the park there. Therefore, I was following the related campaigns on Taksim Square.
When I heard that bulldozers came and the trees in the park were cut, I ran to the park. Instead of shutting down the illegal construction – the court revoked the construction project- the police, used tear gas against people who want to save the trees.
First night, we took my tents and sleeping bags and went to the park. We sang and chatted till dawn. In the evening, thousands of people were gathered. The concert was continuing on the stage. We were discussing urban regeneration, environmental destruction, human rights and workers rights. The highlight of all these discussions was that they are all the result of government policies. An ever-changing and growing committee was established.
When I woke up in the morning the camp was drowned into tear gas and everyone was running around. The police set the tents on fire. They uprooted the saplings that were planted a day before. The bulldozers were working under the protection of riot police.
We did not want to get revenge from police. Someone was reading a novel to the police with the help of a megaphone that was saved from the fire. Another one was asking “why did you set my guitar on fire?” but by singing.
When we succeeded in entering the park we set up bigger tents. In the evening there were tens of thousands people in the Square. Renowned musicians cancelled their concerts and came to the park.

People from various views came together… people and workers on strike from regions that were harmed with the corporations’ and government’s thirst for profit… Football fans, radical left parties, student organizations, feminists, anarchists, vegans…
The following night we were better prepared. The garbage was taken periodically. Volunteer security staff was visiting patrol. Women were able to walk comfortably in the camp area. Government’s new alcohol regulations converted drinking to a political action. People were chanting slogans, on the other hand they were singing songs, and drinking.
Towards the morning hundreds of goggles, gas masks, lemon, vinegar, home-made anti-tear gas solutions prepared by stomach pills were distributed. There were thousands of people in the park when the police attacked at 5 o’clock in the morning. There were no warnings and suddenly we were unable to see anything. We evacuated the park inline with the plan we made earlier.
Clashes in the street continued till morning. I managed to sneak in the park quietly getting advantage of the fatigue of the police. I watched the Bosphorus sipping my tea in the shadow of a tree. I hope it won’t be the last time I see this view.
The protestors tried to enter the park by gathering in back streets again and again. The police prevented them by using excessive use of force. The whole city turned into a rally arena. Some demonstrators walked the bridge that connects Asia and Europe.
So, who are these people that gathered in the square? It won’t be true to say that these people have common views and common aims. The only common thing was they were angry to the government… The police violence against the youth who wanted to protect the trees triggered people and all the people who are against the government were out on the streets.
Thousands of women and men who have not participated in a political demonstration before clashed with the police till late at night. The entered a new demonstration without event having breakfast. With their home-made gas masks they revolted against the police sometimes by singing, sometimes by swearing. There were demonstrators from wealthy families, but also unemployed people… From Muslim associations to socialist parties many different groups were shoulder to shoulder…
People, who soaked refuge in a barricade, were tweeting, people uploading photos to Instagram with a police helmet. Pupils were drawing nasty graffitis addressing to the Prime Minister. People drinking beer for a little rest… I met a couple who were making plans for their wedding in the telephone booth where I sheltered during a rubber bullet rain.
In the past five days, growing number of demonstrators are having fun and demonstrating at the same time without sleeping or resting. The most chanted slogan is “Resign Government!” Police violence is not driving them away. Fear is defeated now. We learned to raise our voice when we are angry. Some people are fighting, some are dancing. Some are attacking around in insobriety; some are collecting the garbage and treating the street animals.
I do not know what is going to happen tomorrow! But today is a new day and we are all new people.
What am I doing now? While ten thousand of demonstrators are asking PM to resign with several different reasons, I am writing to you on a motor hood of a knocked-over police car.



Saturday, June 1, 2013

Halkından taraf olmayanı, halk bertaraf edecek



Bir başbakan düşünün her seçimden sonra ben herkesin başbakanıyım diyen, bir iki ay içinde bu sözlerini unutan, seçimler yaklaştıkça söylemlerindeki ayrımcılığın dozunu arttıran, halkına faşist deyip gerekirse biz daha fazla insan toplarız diye halkını tehdit eden… Düşündünüz mü? İşte şimdi biz o başbakanın olmadığı bir ülke için sokağa çıkıyoruz!

Mesele park, ağaç, AVM meselesi olmaktan çıkmıştır. Bu artık bir demokrasi ve özgürlük meselesidir. Mesele yalana, baskıya, ayrımcılığa, çürümüşlüğe, ötekileştirilmeye, sömürülmeye karşı durma, buna son verme meselesidir.

Tüm özgür düşünce savunucularını halkını dinlemeyeni, bertaraf etmeye çağırıyoruz! Diren gezi parkı biz geliyoruz!