Mart
2011'de Guardian'a Rio+20 zirvesinin hazırlık toplantıları
hakkında yazan ETC Group'tan Jim Thomas'a göre; “Yeryüzünü
kurtaracak bir plan yapmak bir yana, zirveden çıkabilecek şey olsa
olsa canlı dünyayı bankerlerin ve mühendislerin dalaverelerine
teslim edecek bir anlaşma olabilir. Kuzey ülkeleriyle güney
ülkeleri arasındaki gerilim hali hazırda artıyor … ve 'yeşil
ekonomi'nin ya greenwash (yeşil yıkama)
ekonomisini ya da eski dostumuz 'açgözlülük' ekonomisini
getireceğine dair şüpheler tırmanıyor.”
12
Haziran'da, tarihi “Rio Yeryüzü Zirvesi”nin 20. yıldönümünde,
BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı (Rio+20) için Rio de
Janeiro'ya uçarken, Financial
Times'ta
“Suudi Arabistan Daha Fazla Randıman için Sıkıştırınca
OPEC'te Restleşme Ufukta” başlıklı bir makale okudum. Makale,
Suudi Arabistan'ın OPEC'e (Organization of the Petroleum Exporting
Countries – Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı), “yüksek
petrol fiyatlarının küresel ekonomi üzerindeki etkisini
hafifletmek” için petrol randımanlarını arttırmaları ve varil
fiyatını 100 doların altında tutmaları için baskı yaptığını
anlatıyordu.
Makale,
küresel ekonominin sağlığını güvence altına almak için
petrol üretiminin arttırılması gerektiğini belirtiyordu.
Bildiğimiz üzere bu, iklim krizini daha da kötüleştirecek.
Böylece makalenin paketleyip bize sunduğu mesaj, küresel
ekonominin ancak gezegenin yaşam destek sistemlerini yok ederek
serpileceğiydi.
Rio
Yeryüzü Zirvesi'nde de, Mayıs 2010'daki ilk hazırlık
toplantısından beri müzakereleri kutuplaştıran ve paralize eden
sözde “yeşil ekonomi” tekliflerinin altındaki mantık da
buydu.
Rio+20
zirvesinde, sanayileşmiş ülkeler ve çokuluslu şirketler, IMF ve
Dünya Bankası'nın da eşliğinde, yeşil ekonominin
geliştirilmesini şiddetle talep ettiler – yani, küresel
kapitalizm sebebiyle oluşan ekolojik yıkımın bizzat kendisini
kullanarak “çevresel hizmetler”i alınıp satılabilir metalara
çevirmeyi ve böylece yeni pazarlar yaratmayı. Bu yeni pazarlar,
küresel ekonomiye dayanak olarak, eski tas eski hamamın
yeşil-yıkanmış bir versiyonunu sağlayacaklar.
El
değmemiş doğal ekosistemlerin sağladığı “çevresel
hizmetler”e (bunların içinde karbon depolama, hava ve suyun
saflaştırılması, biyoçeşitliliğin korunması da var) pazarda
bir parasal değer verilecek, böylece bunlar satın alınabilecek ve
güya korunacak. Halbuki gerçekte bu, şirketlerin bir bölgedeki
ekosistemleri yok edip başka bölgelerdeki denk ekosistemlerin
korunmasını satın almalarına izin verecek.
Bu
şemanın diğer bariz yan etkisi ise, “çevresel hizmetler”e
ekonomik bir değer verildiğinde, bu hizmetleri sağlayan
ekosistemler nadirleştikçe fiyatlarının artması ve
yatırımcılarının kâr edecek olması. Küresel ekonomi doğal
kaynakları sermayeye (yani ormanları kağıda) dönüştürmek
üzerine kurulu olduğundan, nadirlik garanti altına alınacak.
Dahası bu şema, ancak bu hizmetleri sağlayan ekosistemler
özelleştirilirse çalışacaktır.
Böylece
yeşil ekonomi, gezegenin son el değmemiş ekosistemlerinin
(ormanların, sulak arazilerin, çayırların vb.) özelleştirilmesini
ivmelendirecek zemini hazırlıyor ve bu topraklara bağımlı olan
ve geleneksel olarak onları korumuş olan toplulukları da devre
dışı bırakıp tahliye ediyor. Tıpkı spekülatif ve yağmacı
ipotek (mortgage) şemasının sebep olduğu el konmalar ve
kriz gibi, bu yeşil ekonomi de küresel bir el koymaya
(toplulukların ve halkların, yani doğa üzerindeki özelleştirmenin
ve spekülatif ticaretin mağdurlarının, kitlesel olarak
yerlerinden edilmelerine) yol açacak.
BM
Rio+20 konferasının salonlarında yeşil ekonominin ihtilaflı
doğası sebebiyle çok az anlaşmaya varılabildi. Kuzey-Güney
ayrımında şemanın bariz eşitsizliğinin yanı sıra; patlayan
ekonomilere sahip Çin gibi ülkeler, karbon vergisi gibi önlemlere
bunların ticarete engel olacağını düşünerek karşı çıktılar.
Yeşil
Ekonomi = Ticaretin Serbestleşmesi
Forbes
Magazine'de 22 Haziran'da yayınlanan bir makale şöyle diyor:
“Sürdürülebilir kalkınma politikası tartışmalarındaki
ilginç gelişmelerden biri de, uluslararası ticaret politikasının
rolündeki değişim oldu. 1999 Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)
bakanlar toplantısındaki ayaklanmalardan bugüne çok yol katettik.
Şimdi Rio+20'de anlaşmaya varılan metinde … uluslararası
ticaret, sürdürülebilir bir geleceği 'yaşama geçirmenin
araçlarından biri' olarak görülüyor. Hükümetlerimiz ticaretin
önemi konusunda oldukça netler: 'Yeniden teyid ediyoruz ki
uluslararası ticaret, kalkınmanın ve sürdürülen ekonomik
büyümenin bir motorudur. Ayrıca yeniden teyid ediyoruz ki
evrensel, kurallı, açık, ayrımcı-olmayan ve adil bir çokyanlı
ticaret sistemiyle beraber ticaretin serbestleşmesinin oynayacakları
rol, dünya genelinde ekonomik büyümeyi ve kalkınmayı
canlandıracaktır ve böylece de kalkınmanın tüm evrelerindeki
ülkelere yararı dokunacak ve onları sürdürülebilir kalkınma
yolunda ilerletecektir.'”
Ticaretin
serbestleşmesinin ve sürdürülen ekonomik büyümenin
sürdürülebilir kalkınmanın lokomotifi olduğuna dair bu vurgu,
Rio+20'nin yerel halklar, sivil toplum kuruluşları, çiftçiler ve
diğer etki grupları tarafından neredeyse evrensel olarak
suçlanmasının ana sebebiydi.
George
Monbiot Guardian'da çıktıları şöyle bildirdi: “...
[çıktılar] bizi hiçbir yere götürmüyorlar … deklarasyon,
maaş günündeki kredi reklamı kadar anlamsız yavanlıklarla dolu.
Burada üzerinde çalışılabilecek hiçbir şey yok. Ne bir
program, ne bir aciliyet hissi, ne de önceki gevşek
deklarasyonlarda anlaşmaya varılmış yetersiz ölçütlerin
ötesine geçmek için bir çağrı. Görünen o ki 190 hükümet,
özünde, çokyanlılığı boşvermiş, dünyayı boşvermiş, bizi
boşvermiş durumda.”
İngiltere'nin
“yeşil şirketler” internet sayfası BusinessGreen daha
iyimserdi. 25 Haziran'da, Rio+20 ekonomik ve çevresel değişimleri
tek başına silip süpüremeyecek olsa da, yeşil büyüme
gündeminde bir dönüm noktası olabileceğini bildirdiler.
Sürdürülebilirlik ve iklim değişimi için küresel
başoyunculardan PricewaterhouseCoopers'tan Malcolm Preston,
zirvede “BM liderlerinin yeşil ekonominin inşası için
sorumluluk asasını iş dünyasına devrettiğini” söyledi.
Sorumluluğun
hükümetten sanayiye geçişi, Rio'da, resmi müzakerelerin
dışındaki, sanayi sponsorluğunda yapılan etkinliklerde
kolaylıkla görülüyordu. Bu etkinliklerin odağında, ikiyönlü
yerel yönetim anlaşmaları ile yeşil ekonomi ve diğer “yeşil”
ticari şemalar üzerine “kamu-özel ortaklıkları” kurulması
vardı.
Avoided
Deforestation Partners'ın
evsahipliği yaptığı böyle bir etkinlikte, içinde Coca Cola ve
Unilever'in yöneticilerinin de, Galler Prensi, Dr. Jane Goodall, ABD
İklim Değişimi Delegesi, Jonathan Pershing ve Sir Richard Branson
gibi ünlülerin de bulunduğu Consumer Goods Forum
sunuldu.
Consumer
Goods Forum, toplam satışları 3 trilyon doların üzerine
çıkan 650 şirketten oluşan küresel bir sanayi ağı. Etkinlik
boyunca, hükümetin 2020'ye kadar arz zincirlerinde sıfır net
ormansızlaştırma için Consumer Goods Forum'la
ortaklaşacağı duyuruldu.
Bu
afilli hedefle ilgili olarak Gears of Change Youth Media
Project'ten
Keith Brunner şunları söyledi: “Sanayi, eski tas eski hamam
devam etmek üzere sivil toplumun kaygılarını asimile etmekte
olağanüstü etkili oldu. Örneğin, Consumer Goods Forum'un
'sıfır net ormansızlaştırma'dan kast ettiği, dünyanın
biyoçeşitliliği zengin ormanlarını kesmeye devam etmek, bir
yandan da onları yıkıcı endüstriyel ağaç fidanlıklarıyla
ikame etmektir. Onların gözünde ağaç ağaçtır, toplulukları
veya biyoçeşitliliği sürdürüyor olup olmadığı önemli
değildir.” Esasında, endüstriyel ağaç fidanlıkları
ormanlara, mısır tarlaları yerli çayırlıklara ne kadar
benziyorsa o kadar benzerler.
USAID
elçisi Donald Steinberg, Rio'da dışarıda yapılan sanayi
buluşmalarının öneminin altını çizdi. “Bunlar yan
etkinlikler değildirler. Bunlar ana etkinliklerdir.” dedi.
Virgin
Groups'un kurucusu ve biyoyakıtların en büyük
savunucularından Richard Branson, Der Spiegel'de sanayinin
rolüne vurgu yaptı: “İklim korunmasına bakmanın bir yolu ona
bir ticari model gibi yaklaşmaktır, çünkü iklim değişimini
durdurmak için tek seçeneğimiz sanayinin ondan para kazanmasıdır.”
Yeşil
Ekonomi, Redd Ekonomisidir.
Bu
yeşil ticari modelin mihenk taşı, REDD şeması: Reducing
Emissions from Deforestation and Forest Degradation
(Ormansızlaştırmaya ve Ormanların Bozulmasına Dayalı Salımların
Azaltılması). Başlangıçta BM tarafından geliştirilen ve
sonradan Dünya Bankası'nın üstelediği REDD, BM süreci içinde,
toplumsal ve ekolojik etkileri ve karbon pazarından başka neyle
fonlanacağının belirsizliği sebebiyle ciddi itirazlarla
karşılaştı. Bunun yerine, BM dışında, yerel yönetimler
düzeyinde REDD anlaşmaları ilerliyor: örneğin Kaliforniya,
Chiapas (Meksika) ve Acre (Brezilya) arasında.
Rio'da
bir tam gün süren başka bir etkinlik, Center
for International Forestry Research
(CIFOR) ve the
Governors’ Climate Change Task Force
(GCF) sponsorluğunda yapıldı. Odakta, benzeri REDD projelerini
desteklemek ve özel sektör yatırımlarını tezleştirmek vardı.
Kilit rolde ormanlara sahip ülkelerin (Brezilya, Endonezya, Meksika
vd.) hükümet liderleri de oradaydı, Google
ve Wildlife
Works
gibi özel şirketler de. Hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde
etkinlikte, bu ülkelerde yaşayan, REDD politikalarından doğrudan
etkilenecek olan ve onları en şiddetle suçlayan yerli halklardan
ve yerel topluluklardan kimse yoktu.
15
Haziran'daki bir basın açıklamasında REDD'e Karşı ve Yaşama
Taraf Yerli Halklar İttifakı REDD'i “yeni bir sömürgecilik
dalgası” olmakla suçladı. REDD'in kirleten şirketlerin
kirletmelerini azaltmak yerine karbon emen ormanlar satın almalarını
sağladığını belirten Nahua Halkları'ndan Berenice
Sanchez, şöyle konuştu: “REDD sadece kutsalları kirletmekle ve
finansal spekülasyonu kamçılamakla kalmıyor, ayrıca Shell
ve Rio Tinto gibi doğal maddeleri işleme endüstrilerine de
yeşil yıkama işlevi görüyor.” İttifak uyarıyor: “Aldanmayın.
Yeşil ekonomi ve REDD, gezegenin ele geçirilmesini oluştururlar.
Rio+20 bir Yeryüzü Zirvesi değildir, Yaşamın DTÖ'leşmesidir.”
Büyük
STK'lar şirketlerin kontrolü ele geçirmesine önayak oluyorlar.
Avoided Deforestation etkinliğinde, International Union
for the Conservation of Nature
(ICUN) genel direktörü Julia Martin-LeFevre, doğayı korumanın
yolunun “pazarların kapasitesinden, biyoçeşitlilik ve ekosistem
hizmetleri için ödemeler [gibi stratejiler] yoluyla yararlanmak”tan
geçtiğini anlattı. Ayrıca ICUN gibi büyük STK'ların da bu
süreçte rol oynadıklarını ekledi: “Biz korunum
organizasyonları, şirketlerle çok uygun düşeriz.”
Herkes
İçin Sürdürülebilir Enerji İnisiyatifi
Böyle
şeffaf olmayan ortaklıklara doğru ilerleyen inisiyatiflerden bir
diğeri de Sustainable Energy for All Initiative (SEFA).
SEFA, yenilenebilir enerji talebini sermayeleştiren kuşkucul bir
teşebbüs olmakla suçlanageldi. Biofuelwatch'tan Almuth
Ernsting, 20 Haziran'daki, karlı “yeşil” sonuçların
vurgulandığı etkinliğe katıldı. Amerika Merkez Bankası Başkanı
ve SEFA Eşbaşkanı Chad Holliday, SEFA'yı, yaklaşık 50 milyar
dolarlık taahütü ve ilk bildirisini imzalayan 50 ülkeyle,
“şimdiye kadarki en büyük kamu-özel ortaklığı” olarak
niteledi.
Ernsting,
“Etkinliğin başlığına rağmen, BM açıkça 'SEFA'da içkin
olarak tüm seçeneklere açığız' dedi, yani fosil yakıt
seçeneklerine de. SEFA sözcüsü, enerji üretiminin 'enerji
açığını' karşılamak üzere ölçeklendirilmesi gerektiğini
iddia etti.” dedi.
Ernsting,
SEFA'da saklı olan anlamın tam olarak ne olduğu açıkladı: “Bir
Norveç hükümeti sözcüsü, Norveç'in kalkınmakta olan ülkeleri
petrol ve gaza duacı edecek 'Kalkınma için Petrol' şemasını
övdü. Afrika'nın büyük gaz kaynakları varmış ve Norveç
bunların sömürülmesine cömertçe yardım etmeyi öneriyormuş.
Norveç ayrıca büyük HES'ler için de eşit derecede önemli bir
rol görüyor: 'Büyük HES'ler kolaylıkla idare edilebilen … ve
Afrika'nın sahip olduğu büyük bir enerji kaynağı. Özel sektör
bu alana daha çok yatırım yapmalı ve Norveç bir kez daha yardıma
hazır.' Norveç SEFA taahütlerinin kilit fon sağlayıcılarından
olduğuna göre, büyük HES'leri yenilenebilir enerjinin kilit türü
seçmeleri, şüphesiz SEFA aracılığıyla daha çok büyük baraj
yapılmasıyla sonuçlanacaktır.”
Ernsting,
tahrip edici büyük-ölçekli hidroelektrik santralleri ve fosil
yakıtlardan başka, SEFA'nın endüstriyel biyoyakıtları da
desteklediğini belirtiyor ve ekliyor: “önümüzdeki onyıllar
içinde, [SEFA] milyonlarca insanın daha topraklarından
edilmelerine, geniş çapta bir gıda egemenliği kaybına, çevresel
tahribata, ayrıca da daha yıkıcı iklim değişimine yol
açabilir.”
Gerçek
Çözümler
Sivil
toplum karşılık veriyor. Şirket-olmayan kişilerin kritik karar
alma süreçlerinde git gide daha az söz sahibi olması, BM İklim
Değişimi ve Biyolojik Çeşitlilik Konvansiyonları'nda kitlesel
protestolara yol açtı. Bu da bu etkinliklerin topyekün
askerileştirilmeleriyle ve böylece BM'nin her geçen gün daha da
DTÖ gibi görünmesiyle sonuçlandı.
The
Cupola dos Povos – Rio'daki alternatif Halkların Zirvesi – 15
Haziran'da başladı ve tüm konferans boyunca devam edip 23
Haziran'da sona erdi. Dünyanın dört bir yanından onbinlerce kişi
Halkların Zirvesi'ndeki çalıştaylara ve panellere katılarak
dünyanın en ciddi krizlerinden bazılarına nasıl yanıt
verileceğiyle ilgili stratejiler tartıştı. Bu etkinlikler gerçek,
adil ve hakikaten ekolojik çözümleri aramak ve tanımlamak üzere
organize edildi.
Halkların
Zirvesi'nde neredeyse her gün yürüyüşler de vardı, bunların en
büyüğü 20 Haziran'daydı. Bu yürüyüşün ana temaları,
Brezilya'nın Amazon'daki ormansızlaştırmayı ve yerinden etmeleri
ivmelendirmeye kapı açan yeni orman yasası ve Xingu nehri üzerine
inşa edilmekte olan Belo Monte barajına karşı bildirilerdi. Belo
Monte barajı dünyanın en büyük üçüncü hidroelektrik projesi
olacak, 20.000'e yakın insanı yerlerinden edecek ve bu arada
Brezilya'da 600 kilometrekare yağmur ormanını su altında
bırakacak. Rio+20 zirvesinde 18 Haziran günü yerli halklar geçici
olarak yapılmış topraktan barajda devasa bir hendek açıp nehrin
yeniden akmasını sağlayarak protesto ettiler.
Halkların
Zirvesi sonunda üretilen deklarasyon, toplumsal değişim için
küresel mücadelenin muhtelif unsurlarının birleşmesinin önemine
vurgu yaptı: “Halkların Zirvesi, küresel mücadelelerin
gidişatında yeni bir döngünün başlangıcını sembolize eden
bir andır. Kadınların, Yerli Halkların, Afrika kökenli
insanların, gençliğin, ailelerin, köylü çiftçilerin,
işçilerin, yoksulların ve Quilombos gibi geleneksel toplulukların,
şehirlerde hakları için mücade edenlerin ve dini grupların
arasında bir yakınlaşma yaratmıştır.”
Yine
Rio+20 zirvesi sırasında tüm dünyadan yerli halklar Kari-Oka II
buluşmasında bir araya geldiler. Narco-News'tan Brenda
Norell şöyle açıklıyor: “Zirvede dünya liderleri doğadan kar
etmenin yollarını ararken Yerli Halklar, ordunun çevrelemiş
olduğu Kari Oca II'de kendi kamplarını yapıyorlar ve Kari-Oca II
Deklarasyonu'nu ürettiler … dünyanın en büyük kirleticilerinin
kirletmeye devam etmelerine ve doğadan kar etmelerine izin veren
sahte karbon pazarı şemalarının durdurulmasını talep ediyorlar:
'Bizler Birleşmiş Milletler'in, hükümetlerin ve şirketlerin
iklim değişimine yönelik büyük HES'ler, GDO'lu ağaçlar dahil
genetiği değiştirilmiş organizmalar, büyük çiftlikler, zirai
yakıtlar, biyoenerji, biyoyakıt, biyokömür, jeo-mühendislik,
karbon pazarı, Temiz Kalkınma Mekanizmaları ve REDD+ gibi geleceği
ve bildiğimiz anlamda yaşamı tehlikeye sokan yapmacık çözümleri
terk etmelerini talep ediyoruz.
'Yapmacık
çözümlerin Yeryüzü'nün dengesini yok etmesine, mevsimleri
katletmesine, şiddetli hava yıkımları oluşturmasına, hayatı
özelleştirmesine ve insanlığın hayatta kalışını tehdit
etmesine izin veremeyiz.
'Yeryüzünün
varisleri olarak gençlik, önceki nesillerin uğruna mertçe
savaşmış oldukları doğal kaynaklardan kalan ne varsa savunmaya
devam etmekte yaşamsal bir rol oynamaktadır. Onların eylemleri …
daha küçük kardeşlerinin ve sonraki nesillerin geleceğini tayin
edecektir.
'HES'lere
ve suyumuzu, balığımızı, biyoçeşitliliğimizi ve gıda
güvenliğimize katkı koyan ekosistemleri etkileyen diğer tüm
enerji üretme biçimlerine karşı mücadeleye devam edeceğiz.
Topraklarımızı monokültür ekimlerin, doğal kaynakları sömürücü
sanayilerin ve diğer çevresel olarak yıkıcı projelerin zehrinden
korumak için, yaşam tarzlarımızı sürdürmek için,
kültürlerimizi ve kimliklerimizi korumak için çalışacağız.
Geleneksel bitkilerimizi ve tohumlarımızı korumak için, kendi
ihtiyaçlarımızla Toprak Ana'nın ihtiyaçları ve onun yaşamı
sürdürme kapasitesi arasında dengeyi muhafaza etmek için
çalışacağız. Dünyaya bunun yapılabilir olduğunu ve yapılması
gerektiğini göstereceğiz. Her durumda, dünyanın her köşesinden
Yerli Halklar'ı ve iyi niyetli yerli-olmayan dayanışmaları bir
araya getirip, gıda egemenliği ve gıda güvenliği mücadelemiz
için bir dayanışma örgütleyeceğiz.
'Yeryüzünün
bir parçası olarak yeryüzüyle denge içinde geleneksel yaşam
tarzlarını sürdüren Yerli Halklar, karşılaştığımız sayısız
kriz için çözüm arayışlarımızda bize ilham verebilir.'”