Bu
yazı, Greta Christina'nın 15 Şubat 2010'da yayınlanan What
Can the Atheist Movement Learn From the Gay Movement
başlıklı yazısından kısaltılarak çevrilmiştir. Metin,
yazarın Secular
Student Allience
tarafından düzenlenen bir buluşmadaki konuşma metnidir.
Bugün,
ateist hareketin LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel, trans) hareketten
neler öğrenebileceği hakkında konuşmak istiyorum. Ateist hareket
olarak hali hazırda çeşitli şekillerde LGBT hareketini kendimize
model alıyoruz. Almalıyız da. İki hareket arasındaki
benzerlikler bazen şaşırtıcı olabiliyor. Ve LGBT hareketi ateist
hareketten kabaca 35 yıl önde olduğundan – ben ateist hareketin
şu anda 70'lerde Stonewall ayaklanmasının ardından LGBT
hareketinin olduğu yerde olduğunu düşünüyorum – bu hareketten
öğrenecek çok şeyimiz var... başarılarından da
başarısızlıklarından da.
Ateistlerin
LGBT hareketinden öğreneceği tek bir şey varsa o da görünürlüğü
ve ortaya çıkmayı yüreklendirmektir – ve ateist hareketi ortaya
çıkmak için daha güvenli bir yer haline getirmek için uğraşmak.
LGBT hareketinin daha ilk zamanlarında, geylerin yapabileceği en güçlü siyasi hamlenin bu olduğu ortaya çıktı. Anketler tutarlı bir biçimde gey haklarını desteklemeyi en olumlu etkileyen faktörün bir gey kişiyi şahsen tanımak olduğunu gösteriyor. (Daha doğrusu, tanıdıkları o kişinin gey olduğunu bilip bilmemeleri demeli.) Ateistler bundan ciddi dersler çıkardı: Out kampanyası, ateist ilanlar vb. Görünürlükle ilgili iyi iş çıkarıyoruz – kimsenin ruhunun duymadığı noktadan dergi ve gazetelerin editöryel köşelerine çok kısa zamanda eriştik. Ve her geçen gün yeni ateistler ortaya çıkıyorlar.
Ama
bence ateist hareketi ortaya çıkanlar için güvenli bir yer haline
getirmek konusunda daha az tutarlı bir iş çıkarıyoruz. Stonewall
günleri sonrasında LGBT buluşma merkezleri, kitapçılar,
kafeteryalar, politik gruplar, barlar, bowling ligleri kaplamıştı
dört bir yanı. Kuir olarak ortaya çıkmak çoğunlukla aileni ve
arkadaşlarını arkada bırakmak demekti; bu yüzden kuirler bizleri
reddedenlerin yerine kendi sosyal dayanışma ağlarını kurdular.
Ateist
hareket bu açıdan o kadar güçlü olamadı. İnternette evet, son
derece başarılıyor. Ama etten kemikten ağlar kurup bir topluluk
inşa edemedik. Ve buna ben de dahilim: internetteki ateist harekete
dahil olmakta, yerel toplantılara gitmeye kıyasla daha iyiyim.
Bence LGBT hareketten öğrenmemiz gereken şeylerden biri de ortaya
çıkmanın ne kadar zor olduğunu hatırlamak. İnsanları dini
gözden geçirmeye ve ateizmi düşünmeye teşvik ettiğimizde
onlardan bir sürü şey istediğimizi akılda tutmalıyız. Onlardan
sadece hayatlarının tüm felsefi yapıtaşlarını baştan
oluşturmalarını ve bunca yıllık rahatlık kaynaklarını terk
etmelerini istemiyoruz. Birçok durumda, onlardan ayrıca
arkadaşlarından, ailelerinden, topluluklarından uzaklaşmalarını
istiyoruz. Bunun yerine geçecek bir şey sağlamak için daha çok
çalışmamızı isterdim.
Ateistlerin
LGBT hareketinden çıkarabileceği bir ders daha olduğunu
düşünüyorum: Delifişekleri
de diplomatları da kendi hallerine bırakmak.
Şunu kabul etmeliyiz ki her aktivistin aktivizmden anladığı şey
aynı değil, hem cepheleştirici hem de diplomatik yaklaşımları
kullanmak bizi çok daha güçlü bir hareket yapacaktır.
Lgbt
hareketi bir ölçüde bunu hala öğrenmekte sayılır, ama biz bu
konuda daha iyiydik ve böylece hareketimiz güçlendi. Örneğin:
80'lerin ve 90'ların kuir aktivizminde gürültücü ve öfkeli
gruplar (ACT UP, Queer Nation vb.) daha ılımlı lobi gruplarını
asimilasyonla, aşırı tavizkar davranmakla ve hareketi satmakla
suçluyorlardı. Daha ılımlı gruplar da sokak aktivistlerini aşırı
idelist olmakla, potansiyel müttefikleri uzaklaştırmakla ve işi
zorlaştırmakla suçluyorlardı.
Ama
geriye dönüp bakınca, iki yöntemin birliğinin tek tek
yöntemlerin olacağından çok daha etkili oldukları görülüyor.
Ve lgbt hareketi de – bir ölçüde – bu gerçeği gördü ve
buna göre strateji oluşturmaya başladı. İşin bir kısmı,
basitçe, farklı aktivizm yöntemlerinin farklı insanlara erişiyor
olması. Kimileri sakin ve sıcakkanlı bir sesi daha iyi duyuyorlar;
başkaları da ihtiraslı bir adalet çığlığını. Dahası, “iyi
polis/kötü polis” dinamiği çok etkili olabiliyor. Örneğe
dönersek, 80'lerin ve 90'ların kuir hareketinde, sokak aktivistleri
dikkati üzerlerine çektiler, haberlere çıktılar, genel
görünürlük ve farkındalık yarattılar. Nazik müzakereciler de
insanları kibarca ikna edebilir oldular, zira konuştukları
kişilerin temel bilgileri vardı derdimizle ilgili. Sokak
aktivistlerinin keskin taleplerine kıyasla nazik müzakereciler daha
makul göründüler. Aşırı duruşla ölçülü duruş arasındaki
çizgi sürekli bizim lehimize hareket etti. Bunu bugün rahatlıkla
görebiliriz: eşcinsel evlilik tartışması, hemcins birlikteliğini
ılımlı hatta muhafazakar bir duruş gibi gösterdi – on yıl
önce ise böyle değildi.
Taktiksel
farklılıklarımızı tartışmayalım demiyorum. Herhangi bir
konuda diplomasinin mi cepheleşmenin mi daha etkili olacağını
tartışmak gerekebilir. Ama bu meseleyi sanki daha büyük ahlaki
sorunlarmış da bir tarafın lehine nihai olarak çözmemiz
gerekiyormuş gibi görmeyi kesmemizi isterdim. Bize ilham veren ve
iyi olduğumuz yöntemlerle çalışıyoruz. Diplomatik ateistler ve
delifişek ateistler birbirini suçlamaktan ve engellemekten
vazgeçmeliler. Hepimizin zamanını ve enerjisini harcıyoruz bunu
yaparak.
Zaman
harcamak demişken, tanrısız hareketin lgbt hareketinden
öğrenebileceği üçüncü bir ders daha var; o da, dille ilgili
ağız dalaşıyla zamanımızı harcamamak. Tanrısızların
kendilerini nasıl isterlerse öyle tanımlamalarına izin
vermeliyiz.
Teist
olmayan hareketle lgbt hareket arasında şaşırtıcı bir
paralellik daha: İlişkilerin benzerliği. Bir yanda eşcinsellerle
biseksüeller, diğer yanda ateistlerle agnostikler.
Ben
kendimi biseksüel olarak tanımlarım ve geçmişte birçok gey ve
lezbiyenin bana “aslında” lezbiyen olduğumu ama bunu kabul
etmek istemediğimi söylemeleriyle cebelleşmek durumunda kaldım.
Bunun hiç değilse yardımcı olmadığını söylemek lazım.
Cinsel kimliğinizi nasıl isimlendirdiğiniz çok kişisel bir husus
ve birçok farklı etken farklı insanlarda farklı rol oynuyor.
Kinsey skalasında ben bir 5 sayılırım. (Kinsey'in cinsel yönelim
skalası 0-6 arası değerler alıyor. 0 tamamen heteroseksüel, 6
tamamen homoseksüeli tarif ediyor.) Ben Kinsey'de 5 civarındayım –
büyük ölçüde kadınlara yönelimli ama erkeklere de bazen ilgi
duyabilen. Kendimi biseksüel olarak tanımlıyorum çünkü bence
erkeklere olan o ilgi ufak tefek bir detay değil. Birçok önemli
ilişkimi içeriyor ve dünyayı nasıl gördüğümü
şekillendiriyor vb. Ama Kinsey 5'i olan başkaları bu kısmi ilgiyi
önemsiz bulabilirler ve kendilerini gey/lezbiyen olarak
tanımlayabilirler, ki buna da gayet hakları var. Zaten bu terimler
elinize bir alet alıp ölçebileceğiniz kesinlikte tanımlanmış
falan da değiller.
Nereye
varmaya çalıştığımı görüyor musunuz?
Şimdi
de Richard Dawkins'in İnanç Skalası'na bakalım. Skala 1-7 arası:
1 tanrının olduğuna tamamen emin olmayı, 7 ise olmadığına
tamamen emin olmayı ifade ediyor. Dawkins skalasında ben bir 6'yım,
ya da belki 6 buçuk, ve kendimi ateist olarak tanımlarım, çünkü
o
belirsizlik zerresi benim için pek önemli değil.
Varsayımsal olarak yanlış olmam mümkün, tıpkı tek boynuzlu
atlarla ilgili hatalı olabileceğim gibi, ama geceleri uykularım
falan kaçmıyor.
Ama
Dawkins skalasında 6 olan bir başkası için o belirsizlik zerresi
önemli olabilir. Benimle aynı miktarda şüpheleri olsa da, o
şüphenin onlar için anlamı çok daha fazla olabilir. Böylece,
Dawkins skalasında aynı yerde olsak da, o
kendine agnostik derken benim kendime ateist dememde gayet makul
olabilir.
Bir kez daha, kusursuz bir ateizm-ölçer yok. Dil o kadar da kesin
değil.
Dolayısıyla,
nasıl ki geyler ve lezbiyenlerin (büyük ölçüde) biseksüellere
onların “aslında” gey/lezbiyen olduklarını ama
kabullenmediklerini söylemeyi bıraktıkları gibi, bence ateistler
de agnostiklere “aslında” ateist olduklarını ve
kabullenmediklerini söylemeyi bırakmalılar. (Bunu demişken; nasıl
biseksüeller “Herkes esasında biseksüel zaten.” demeyi
kesmelilerse, agnostikler de tüm ateistlerin gerçekte agnostik
olduklarını, “hakiki” ateizmin nasıl da bir başka din
olduğunu, asıl tutarlı ve onurlu duruşun agnostiklik olduğunu
söylemeyi kesmeleri gerekiyor.) Ateistler ve agnostikler doğal
müttefikler – hümanistler, şüpheciler, materyalistler,
natüralistler, özgür düşünceliler vb. ile beraber. Tıpkı gey
ve lezbiyenlerin ve biseksüellerle ve trans bireylerle doğal
müttefikler oluşu gibi. Sen domates derken ben domat diyorum diye
didişmekle zaman ve enerji kaybetmemeliyiz.
Çıkarabileceğimiz
bir tane daha dersle sözümü sonlandırmak istiyorum. (Daha çok
ders var ama benim sadece 20 dakikam var.) Bu seferki ders, lgbt
hareketin başarısından değil, en büyük başarısızlıklarından
birinden öğrenilebilecek bir ders. Ateistler olarak hemen şimdi
hareketimizi çeşitlendirmek ve kadınları
ve farklı etnik grupları kapsayacak
şekle sokmak için çalışmamız gerekiyor.
Hemen
şimdi derken, hemen şimdiyi kast ediyorum. Şu anda başlamalıyız
ki 10-20 yıl sonra onarılması imkansız hale gelecek kısır
döngülere ve kendini gerçekleştiren kehanetlere tıkılıp
kalmayalım.
Lgbt
hareketinden bununla ilgili ne öğrenebiliriz? Erken lgbt hareketi
bu konuda çuvalladı. Hem de çok fena çuvalladı.
Erken
lgbt hareketi büyük ölçüde gey beyaz erkeklerin
hakimiyetindeydi. Kamusal temsilciler çoğunlukla gey beyaz
erkeklerdi, çoğu örgütün liderliğini gey beyaz erkekler
yapıyordu. Ve dahası, gey beyaz erkek liderlerin cidden kötü ırk
ve toplumsal cinsiyet meseleleri vardı: farklı renkten gey
erkeklere fetişistik Öteki olarak davranma ve topluluk üyesi
olmaktansa bir cinsel arzu nesnesi olarak görme... ve lezbiyenleri
esrarengiz ve uyduruk yabancı Ötekiler olarak görme.
Bunun
bedellerini hala ödemekteyiz. Lezbiyenlerle gey erkekler arasında,
beyaz ve beyaz-olmayan kuirler arasında ilişkiler, en iyi
ihtimalle, gergin olarak nitelendirilebilir. Hareketimizde ırk ve
toplumsal cinsiyet tartışmaları, kimsenin söylediğinin doğru
kabul edilmediği, onlarca yıllık garez ve sertlik ortamında
gerçekleşiyor. Ve onlarca yıldan sonra daha hala gey beyaz
erkekleri en görünür ikonik temsilciler olarak öne ve merkeze
koymaya yatkınlığımız sürüyor.
Bu,
LGBT hareketindeki herkesin hayatını zorlaştırıyor –
kadınların, erkeklerin, tüm ırkların. Topluluğumuzu zayıflatan
çatlaklar yaratıyor. Ve etkili toplumsal değişim yaratma
kabiliyetimizi ciddi oranda düşürüyor. Örneğin, LGBT hareketi,
siyah topluluklarda homofobik tutumları değiştirmekte başarısız
kaldı... çünkü o topluluklar, haklı olarak, gey topluluğunun
siyah insanları umursamadığını ve ırkçılığa karşı durmak
için hiçbir çaba sarfetmediğini iddia edebilirler.
Bu
işi beceremedik. Bu işi hala beceremiyoruz. Beceriksizliğimizin
bedelini ödüyoruz.
Ateistlerin
bu hataya düşmeme şansları var.
Ateist
harekette de şu anda büyük ölçüde beyaz adamların ağırlığı
hissediliyor.. özellikle görünürlük ve liderlik pozisyonlarında.
Ve çoğu ateist bunu, çözümü için harekete geçmemizi
gerektiren bir problem olarak görmemekte direniyor. Aleni bir
biçimde “hareketimizde kadınları ve farklı etnik kökenden
başka insanları görmek istemiyoruz” demiyorlar... ancak bunu
sorumluluklarının bir parçası olarak da görmüyorlar, bunun
özellikle önemli olduğunu düşünmüyorlar.
Bunun neden önemli olduğuna dair başlı başına bir konuşma verebilirim. Irkçılık ve seksizmin nasıl her zaman bilinçli yapılmak zorunda olmadığına, onlar üzerine düşünmeyerek bile onları nasıl kalıcı hale getirdiğimize ve onlara karşı durmak için bilinçli bir çaba göstermemiz gerektiğine dair başlı başına bir konuşma verebilirim. İnsanların nasıl kendilerini kişisel olarak ilgilendiren konulara odaklanma eğiliminde olduklarına, dolayısıyla beyaz adamların ağırlığını koyduğu bir ateist hareketin, kadınları ve farklı etnik kökenden insanları etkileyen problemleri yoksayma pahasına nasıl büyük ölçüde beyaz adamların problemlerine odaklanacağına dair başlı başına bir konuşma verebilirim. Kendini gerçekleştiren kehanetler üzerine konuşabilirim: ateist hareketteki şu anki beyazlık ve erkeklik baskınlığı tamamen şans eseri olsa bile, kadınlar ve farklı etnik kökenden insanların kendilerini nasıl büyük oranda beyaz ve erkeklerden oluşan bir harekette daha az hoş karşılanmış hissedeceklerini ve onlar böyle hissettikçe hareketin nasıl daha da çok beyaz ve erkek olmaya devam edeceğini anlatabilirim.
Bunun neden önemli olduğuna dair başlı başına bir konuşma verebilirim. Irkçılık ve seksizmin nasıl her zaman bilinçli yapılmak zorunda olmadığına, onlar üzerine düşünmeyerek bile onları nasıl kalıcı hale getirdiğimize ve onlara karşı durmak için bilinçli bir çaba göstermemiz gerektiğine dair başlı başına bir konuşma verebilirim. İnsanların nasıl kendilerini kişisel olarak ilgilendiren konulara odaklanma eğiliminde olduklarına, dolayısıyla beyaz adamların ağırlığını koyduğu bir ateist hareketin, kadınları ve farklı etnik kökenden insanları etkileyen problemleri yoksayma pahasına nasıl büyük ölçüde beyaz adamların problemlerine odaklanacağına dair başlı başına bir konuşma verebilirim. Kendini gerçekleştiren kehanetler üzerine konuşabilirim: ateist hareketteki şu anki beyazlık ve erkeklik baskınlığı tamamen şans eseri olsa bile, kadınlar ve farklı etnik kökenden insanların kendilerini nasıl büyük oranda beyaz ve erkeklerden oluşan bir harekette daha az hoş karşılanmış hissedeceklerini ve onlar böyle hissettikçe hareketin nasıl daha da çok beyaz ve erkek olmaya devam edeceğini anlatabilirim.
Ama
zamanım daralıyor o yüzden sadede geleceğim: Yakın tarihteki tüm
diğer sosyal değişim hareketlerine bakın. Bildiklerimin her biri
bu mevzu nedeniyle bir darbe yemiştir. Herkes şimdi keşke bu
konuya dair yıllar önce, kötü alışkanlıklar kırılması zor
bir hal almadan, kehanetler kendilerini gerçekleştirmeden harekete
geçmiş olsaydık diye hayıflanıyor. Buna LGBT hareketi de dahil.
Ateistlerin
bu konu üzerinde çalışması için geçerli bir sürü güzel
neden var. Din kadınlara ve farklı etnik ökkenden insanlara da en
az beyaz adamlara olduğu kadar zarar verdiği için, kadın
ateistler ve farklı etnik kökenden ateistler de en az beyaz erkek
ateistler kadar değerli olduğu için vb. gibi idealistik
nedenlerden bahsedebiliriz. Bunun daha çok insana ulaşarak
hareketimizi daha güçlü kılacağı gibi pratik nedenlerden de
bahsetmek mümkün.
Ama
hala bunun neden önemli olduğunu merak ediyorsanız LGBT politikası
içinde ciddi biçimde yer almış herhangi biriyle konuşun. Ona
“eğer 1970'lere gitme ve Stonewall-sonrası hareketinin erken
liderlerini ırk ve cinsiyet konusuna eğilmeye ikna etme şansınız
olsa bunu yapar mıydınız?” diye sorun. Alacağınız yanıtın
“Loki aşkına tabi ki evet, eğer zamanda geriye gidebilsek ve
bunu becerebilseydik harika olurdu.” olacağını size garanti
edebilirim.
Ateist
hareket olarak bunu becerme şansımız hala var. Bu konuyla
ilgilenmeye başlamak, bundan 10-20 yıl sonra bunun artık sorun
olmaktan çıkması ve şimdi çözebileceğimiz bu sorunun
üstesinden gelmek için ileride harcamamız gerekecek çabaları
minimuma indirmek için şansımız hala var.
Gelin LGBT hareketinin başarılarından olduğu kadar hatalarından da ders alalım ve bu şansı değerlendirelim.