“İhtiyaçlarımız”a kimin ihtiyacı var?1
- Giriş
Enerji talebindeki artışı analiz ederken sıklıkla yapılan bir hata, enerji politikası tartışmalarını çıkmaz yola sokuyor. Sağcı siyasiler; birtakım ekonomik değişkenlere referans verip, elektrik kesintileri yaşamamak için nükleer enerjiye ve “temiz” kömür santrallerine ihtiyacımız olduğuna inanmamızı istiyorlar. Öte yandan, daha “duyarlı” siyasiler2 yenilenebilir enerji kaynaklarının toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli olduğunu iddia ediyorlar. Sonuçta; tüm tartışma, her birimiz, refahımız için hangi enerji sektörünün daha iyi olduğunu anlamaya çalışan yatırımcılarmışız havasında geçiyor.
Kendi savımdan bahsetmeden önce burada bir parantez açıp birkaç uyarıda bulunmalıyım. Her şeyden önce, bizler kesinlikle yatırımcı falan değiliz; aksine, emek gücü olarak, yatırım yapılacak metalardan biriyiz. İkincisi, yenilenebilir enerji kaynakları kesinlikle yeterli falan değiller. Tabii bu, bazı bölgelerde yeterince güneş ya da rüzgar olmamasından değil, mevcut sistem içinde yeterli diye bir şeyin olmamasından kaynaklanıyor. Dünyaları verseniz yetmez.3 Üçüncü olarak, atmosferdeki karbondioksit miktarıyla ilgili güncel verileri, yenilenebilir enerji piyasasındaki yatırımlarla kıyaslarsanız, verilerin ahenkle dans ettiğini göreceksiniz. Elbette bunun anlamı, yenilenebilir enerji kaynaklarının çok karbondioksit saldığı değil; ama belki sizi iklim krizinin yenilenebilir enerji yatırımlarıyla çözülemeyeceğine dair derin düşüncelere sevkedebilir. Parantezi kapatıyorum.
Bu yazıda, hangi enerjinin “temiz” hangisinin kirli olduğuna dair kafa karışıklığının ve aslında tüm bu sektörel kıyaslamaların, anlamı bulanıklaştırılmış bir “ihtiyaç” kavramının doğal sonuçları olduğunu iddia ediyorum.
Konuyla ilgili yanlış anlaşılmalardan biri, iklim değişiminin insan kaynaklı mı doğal mı olduğuna dair tartışmalar olgunlaşırken başladı. İklim bilimciler ciddi bir antropojenik etkinin varlığını; yani, iklim değişiminin, güneşte ya da iklimin doğal döngülerine gerçekleşen normal bir değişiklik sonucu oluşmadığını, dünyadaki insan faaliyetleriyle kol kola gittiğini gösterdiler. Bilimsel tartışma dahilinde son derece yerinde bir tespit; ama iklim krizini tarihselliğiyle incelemek isteyen birini yanlış yönlendirebilir. Zira, tek tek bireyler olarak küresel iklim değişiminin sebebi olduğumuz yanılsaması yaratabilir. Ben bunun tam aksini savunacağım: Tek tek bireyler olarak bizler, kapitalizmin sebep olduğu küresel iklim değişimin mağdurlarıyız.4
- “Bu ihtiyaçlar” “bize” mi “lazım”?
“Bu ihtiyaçlar”
Bir İstanbul depremi, sağlık sektöründe kârları tavana fırlatacaktır ve inşaat sektörü için emsalsiz yatırım fırsatları yaratacaktır. Örnek çoğaltmak kolay: Okyanusun ortasında bir petrol sızıntısı; milyonlarca insanı etkileyen bir salgın hastalık; demokrasi falan bir şeyler götürmek üzere şu ya da bu ülkeyi bombalamak; tarım arazileri açmak için büyük orman yangınları başlatmak...
Bunların – en azından çoğumuz için – günlük yaşamın parçası olmadığını kabul ediyorum. Ama o kadar önemli bir husus ki. Orduyu alalım mesela: ABD, yıllık GSYİH'sinin %4,7'sine tekabül eden 698.105.000.000 doları askeri harcamalara veriyor. Fransa 61.285.000.000 dolar kullanıyor, ki bu GSYİH'nin %2,2'si. Liste uzayıp gidiyor. 2010 yılında NATO harcamaları 1.084.915.000.000 dolardı.5 Bu sayıları sesli olarak okumaya çalışmanızı rica ediyorum. Bu ihtiyaçlar bizim değil.
Tipik bir cirit füzesi, yaklaşık 80.000 dolar ediyor. Bunlar savaşlarda güvercine yem atar gibi harcanıyorlar. Ve piyasa için harika bir seçenek. Hatta, elma üretmekten ya da ne bileyim ilkokul yaptırmaktan çok daha karlı bir seçencek. Gayri safi milli hasılada nitelikli bir artış sağlıyor. Ve aynı zamanda enerji ihtiyacını da körüklüyor.
Ve bu, önceki örneklerimizin hepsi için de geçerli. Bunlar, dünya ekonomisinin kesinlikle ihtiyaç duyduğu şeyler. Ancak: Bu ihtiyaçlar bize mi lazım?
“Bize”
Bizim ihtiyacımız olan, iki nokta arasında rahatça yolculuk etmek; şirketlerin ihtiyacı olansa, bizim bu süreçte mümkün olan en fazla tüketimi yapmamız: buyrun size dört-çeker arabalar ve duble yollar. Bizim ihtiyacımız olan, ailemizle ve arkadaşlarımızla haftada bir iki kez konuşabilmek; şirketlerin ihtiyacı olansa, bizim bu süreçte mümkün olan en fazla tüketimi yapmamız: buyrun size üç ay ömürlü, onarıl(a)mayan, kullan-at cep telefonları. Kapitalist sistemin sadece tek bir ihtiyacı olduğuna işaret eden tekrarıma dikkat edin: kâr maksimizasyonu. İnsani bir ihtiyaç, ancak pazarlanabilir olduğu ölçüde kapitalizm için bir anlam ihtiva eder.
Ancak bir şeyin pazarlanabilir oluşu, onun insani bir ihtiyaç olduğu anlamına gelmez. Hedef kitlesi kılcal damarlarımızcasına dört bir yanımızı saran reklam sektörüne biz mi ihtiyaç duyuyoruz? Bankalar bizim için gerekli mi? Petrol savaşları bizim bir ihtiyacımız mı? İşsizlik bizim bir ihtiyacımız mı?6 Bunlar sadece kapitalizmin bekası için lazımdır. Ama bize lazım değiller.
Bu yazının sınırlarını aşacak daha derinlikli bir analiz, kapitalizmin, ekonomik krizlere olduğu kadar ekolojik krizlere de ihtiyacı olduğunu gösterecektir. Bu konuyla ilgili, Joel Kovel'in muhteşem kitabı Doğanın Düşmanı'nı şiddetle öneriyorum.
“Lazım”
“İşte, İngiltere'de bir muffin yapımındaki geçilen enerji basamaklarından bazıları: (1) Buğday; fosil yakıtla çalışan ve yenilenemez malzemeden üretilmiş bir kamyon aracılığıyla götürüldüğü (2) büyük, merkezi bir fırında son derece verimsiz çalışan makineler tarafından öğütülür, pişirilir ve paketlenir. Fırında, buğday, (3) inceltilir ve çoğunlukla (4) beyazlatılır. Bu süreçler cazip bir beyaz ekmek üretir ama buğdaydaki besin öğelerini kuşa çevirir; bu yüzden (5) un; niasin, demir, tiamin ve riboflavin ile zenginleştirilir. Ardından, İngiliz muffin'lerinin, günlerce haftalarca raflarda bekleyecekleri dükkanlara giden uzun kamyon yolculuklarına dayanmaları için (6) koruyucu kalsiyum propiyonat eklenir; tabii hamura kıvam verecek (7) kalsiyüm sülfat, monokalsiyum fosfat, amonyum sülfat, mantar enzimleri, potasyum bromat ve potasyum iyodatla beraber. Sonra ekmek (8) pişirilir ve (9) raflara dikkatinizi çekmek üzere rengarenk basılmış (10) karton bir kutuya konur. Kutu ve muffin, (11) petrokimyasallardan üretilmiş plastik bir torbaya konur, (12) yine petrokimyasallardan üretilmiş plastik bir bağ kapatılır. Muffin paketleri böylece (13) bir kamyona yerleştirilir ve (14) klimalı, floresan aydınlatmalı, müzik yayını yapılan gıda marketine taşınır. Son olarak siz, (15) iki ton metal yığınını markete götürüp getirirsiniz ve nihayet muffin'ler (16) tost makinesindeki yerlerini bulurlar. Neticede de karton kabı ve plastik paketi çöpe atarak (17) katı atıklara katkınızı koyacaksınız. Bütün bunlar epi topu 130 kalorilik bir muffin için.”7
Tüm bu basamaklar bize lazım mı? Yoksa acaba, sadece belirli küresel ekonomi koşullarında her bir muffin'in bu yolculuğu gerçekleştirmesi daha ucuza geldiği için olabilir mi tüm bunlar? Bu hikayede bize lazım olan sadece kahvaltıda yiyeceğimiz bir muffin'di, ama bunun üretmek için kapitalist sisteme lazım olan şeyler bir ekolojik afete sebep oldu. Kahvaltı için bir poğaça istemek bizim bir suçumuz falan değil. Yine de, kapitalist sisteme karşı mücadele etmez ve bildiğimiz dünyanın sonuna8 rıza gösterirsek bu kesinlikle bizim suçumuz.
Ekolojik krizin – özelde de iklim krizinin – çözümünün, nükleer enerjiyle falan hiçbir alakası yok, yenilenebilir enerji kaynaklarıyla da çok uzaktan alakası var. Biz komünistler, tüm üretimde köklü bir azaltım öneriyoruz – ki bu kapitalizmin doğasına aykırı. Yeni güneş enerjisi santrallerinin inşa edilmesini teklif etmiyoruz. Hali hazırda var olan santrallerin yaklaşık yarısının kapatılmasını öneriyoruz, ve bunu yaparken dünyadaki toplam refaha hiç müdahale etmeyeceğimizi iddia ediyoruz.9 Ancak enerji “talebini” en azından yarı yarıya indirdikten sonra, geri kalan santrallerin yenilenebilirlerle değiştirilmesini gündemimize alacağız. Ancak üretim araçlarının özel mülkiyetini ilga ettikten sonra, şirketlerin ihtiyaçlarını bizim ihtiyaçlarımızdan ayrıştırmak mümkün olacak. Ancak komünist bir dünyanın inşası sırasında gerçek insani ihtiyaçlarımızı keşfetmeye başlayacağız. Daha önce değil.
Küresel iklim değişiminin asli sebebi bizim ihtiyaçlarımız değil. Küresel ısınma, bizim gündelik faaliyetlerimizin doğrudan bir sonucu değil. Kâr maksimizasyonundan başka güdüsü olmayan endüstriyel, tarımsal ve ticari faaliyetlerin bir sonucu. Bizim taleplerimizle kapitalizmin arz mekanizmalarının işleyişi arasında muazzam bir mesafe var. Biz ekolojik krizin sorumlusu değiliz, mağdurlarıyız. Bizler, şiddetli kuraklık sebebiyle açlık çekenleriz; bizler, aşırı hava olayları sebebiyle yakın zamanda evlerini terk etmek zorunda kalanlarız; bizler, aşırı yağışın ceremesini çekenleriz. Ayrıca bizler; tüm bu acılara son vermeye ihtiyacı, hakkı ve gücü olanlarız. Hiçbir rüzgar enerjisi şirketi bunu bizim adımıza yapmayacak.
1 Bu yazı, Out for Beyond'da Who Needs Our Needs başlığıyla yayınlanan İngilizce orijinalinden özgürce çevrilmiştir.
2 Al Gore özel olarak değinilmeyi hak ediyor bu hususta.
3 John Bellamy Foster'ın ilham verici bir makalesi, kapitalizm ile ekonomik küçülmenin bir arada var olmayacağını tartışıyor.
4 Okuyucunun ne kast ettiğimi anlayacağını umuyorum. Kapitalizmin sadece belirli toplumsal ilişkileri tanımladığının ve dolayısıyla son kertede insan-kaynaklı olduğunun tabii ki farkındayım. Kapitalizm gerçek toplumsal ilişkilerin yabancılaşmış halidir: İnsanlar arasında bir ilişkilenmeyi değil, kapitalist mefhumlar arasında insan aracılığıyla kurulan bir ilişkiyi işaret eder.
5 Çin, Japonya, Rusya, Brezilya, Hindistan ve Avusturalya'nın NATO üyesi olmadığını hatırlatalım.
6 “In these crises, there breaks out an epidemic that, in all earlier epochs, would have seemed an absurdity — the epidemic of over-production. Society suddenly finds itself put back into a state of momentary barbarism; it appears as if a famine, a universal war of devastation, had cut off the supply of every means of subsistence; industry and commerce seem to be destroyed; and why? Because there is too much civilization, too much means of subsistence, too much industry, too much commerce.” Karl Marx and Friedrich Engels, Manifesto of the Communist Party.
7 Jeremy Rifkin, Entropy: A New World View (New York, Viking, 1980) sayfa 131.
8 Burada başka bir yanlış anlaşılmayı önlemek için kısa bir uyarıda bulunmalıyım: “Bildiğimiz dünya” dediğimiz şeyle sadece kederli kutup ayıları, mutsuz mercan kayalıkları, dağ zirvelerinde eriyen buz kütleleri ve birtakım yok olma tehlikesindeki türler kast edilmiyor sadece; aynı zamanda, uygarlıktan her ne anlıyorsanız onun tamamı da kast ediliyor. Mesele gerçekten sosyalizmle barbarlık arasında bir tercih noktasına geldi.
9 Yani, tabii ki refahın paylaşımındaki adaletsizliği kesinlikle ortadan kaldıracağımız ve bu açıdan dünyadaki refaha müdahale edeceğimiz doğru. Ama bu burada konu dışı kalıyor.
No comments:
Post a Comment