Sunday, November 10, 2013

Okyanus Bozulmuş

Bu yazı, Avustralya'daki Newcastle Herald gazetesinde 18 Ekim 2013 tarihinde “The ocean is broken” başlığıyla yayınlanan, Grey Ray'in Ivan Macfadyen'le yaptığı röportajın çevirisidir.

Out For Beyond için çeviriyi yapan Feyza'ya teşekkürler.

---

 Bu yolculuğu tüm öncekilerden farklı kılan, sessizlikti.

Tam olarak sesin yokluğu değil.

Rüzgar yine yelkenleri savuruyor ve halatların arasında ötüyordu. Dalgalar yine teknenin fiberglas gövdesine çarpıyordu.

Ve başka birçok ses daha vardı: Tekne çöp parçalarına çarptıkça gelen boğuk vurma ve çizilme sesleri.

Eksik olan şey, önceki tüm yolculuklarda tekneyi saran deniz kuşlarının sesleriydi.

Kuşlar yoktu, çünkü balıklar da yoktu.

Tam 10 yıl önce, Newcastle’lı yatçı Ivan Macfayden Melbourne’dan Osaka’ya aynı rotadan giderken, Brisbane ve Japonya arasındaki okyanusta balık tutmak için tek yapması gereken yemli bir olta atmak olmuştu.

Yolculuğun o 28 günlük bölümünde büyükçe bir balık yakalayıp pilavla yemediğimiz tek bir gün olmadı,” diye anımsıyor Macfayden.

Fakat bu kez, deniz yolculuğunun o uzun kısmında toplam yalnızca iki balık tutabildiler.
Ne balık, ne de kuşlar. Neredeyse hiçbir yaşam belirtisi yoktu.

Yıllar geçtikçe bütün o kuşlara ve seslerine alışmıştım. Tekneyi takip ederlerdi, bazen bir süre yelken direğine konar sonra tekrar uçup giderlerdi. Sürülercesini görürdünüz, uzaklarda deniz yüzeyi üzerinde uçar ve sardalyalarla beslenirlerdi.”

Ama bu yılın Mart ve Nisan aylarında, ıssız okyanusta hızla ilerleyen teknesi Funnel Web’i saran sadece sessizlik ve kasvetti.

Ekvatorun kuzeyinde, Yeni Gine’nin yukarısında, okyanus gezginleri uzaktaki bir resifte çalışan büyük bir balıkçı gemisi gördüler.

Bütün gün oradaydı, ileri geri taradı denizin dibini. Büyük bir gemiydi, ana gemi gibi,” diyor Macfayden.

Ve gemi bütün gece çalıştı, büyük projektör ışıkları altında. Sabah Macfayden, yardımcısının telaşla geminin suya bir sürat teknesi indirdiğini seslenişiyle uyandı.

Tabii ki endişelendim. Silahsızdık ve bu sularda korsanlar gerçek bir tehdit oluşturuyor. Eğer bu adamların silahı varsa başımız büyük dertte diye düşündüm.”

Ancak gelenler korsan değildi, en azından alıştığımız anlamda. Sürat teknesi yaklaştı, ve içindeki Melanezyalılar meyve ve reçel kavanozlarından oluşan hediyeler sundular.

Ve bize beş büyük çuval dolusu balık verdiler. Çeşit çeşit güzel, büyük balıklardı. Bazıları tazeydi, ama bazıları belli ki bir süredir güneş altında kalmıştı.”

Onlara bütün bu balıkları kullanmamızın mümkün olmadığını söyledik. Sadece iki kişiydik, ve hepsini saklayacak ya da depolayacak doğru düzgün bir yerimiz yoktu. Onlarsa omuzlarını silkip kullanmadıklarımızı denize dökmemizi söylediler. Kendileri öyle yaparmış.”

Bunların bir günlük yan avın çok küçük bir bölümü olduğunu söylediler. Yalnızca orkinosla ilgilendiklerini, geri kalan her şeyin onlara göre çöp olduğunu söylediler. Hepsi öldürülüp çöpe atılıyordu. Gece gündüz o kayalığı trolleyip yaşayan ne varsa söküp aldılar.”

Macfayden’in içini üzüntü kapladı. Bu, ufkun ötesinde görünmeden çalışan sayısız balıkçı gemisinden sadece biriydi, ve çoğu aynı şeyi yapıyordu.

Tabii ki deniz ölmüştü. Tabii ki yemli oltaları hiçbir şey yakalamıyordu. Yakalanacak hiçbir şey yoktu.

Eğer bu iç karartıcı geliyorsa, daha da kötüsü var.

Yolculuğun bir sonraki kısmı Osaka’dan San Francisco’yaydı, ve bu yolculuğun çoğu boyunca içlerindeki kasvete mide bulandırıcı bir dehşet ve biraz da korku karıştı.

Japonya’dan ayrıldıktan sonra, sanki okyanusun kendisi ölmüş gibiydi,” diyor Macfayden.

Neredeyse hiçbir canlı görmedik. Bir tane balina gördük, yüzeyde aciz bir şekilde yuvarlanıyordu ve başında büyük bir şişlik vardı. Bayağı rahatsız ediciydi.

Hayatım boyunca okyanusta çok mil katettim, ve kaplumbağalar, yunuslar, köpek balıkları, beslenen büyük kuş grupları görmeye alışığım. Ama bu sefer 3000 deniz mili boyunca görülecek hiçbir canlı yoktu.”

Kaybolan yaşamın yerinde şaşırtıcı miktarlarda çöp vardı. 

Bir kısmı iki yıl önce Japonya’yı vuran tsunaminin sonucuydu. Dalga kara üzerine geldi, inanılmaz bir miktar yük alıp denize taşıdı. Ve taşıdıkları hala burada, baktığınız her yerde.”

Birleşik Devletler’e olan yolculuk için Hawaii’de tekneye binen Ivan’ın kardeşi Glenn, “binlerce ve binlerce” sarı plastik şamandıraya hayret etti. Sentetik halat, balık ağı ve oltalardan oluşan kocaman düğümler. Milyonlarca polistiren köpük parçası. Ve her yerde yağ ve petrol tabakaları.
Ölümcül dalga tarafından koparılmış ve hala denizin ortasında kablolarını peşlerinden sürükleyen sayısız tahta elektrik direği var.

Eskiden, rüzgarsızlıktan yavaşladığında motorunu başlatıverir öyle devam ederdin,” diyor Ivan.
Bu kez değil.

Birçok yerde, pervanemize halat ve kablo yığınları dolanır diye korktuğumuzdan motorumuzu çalıştıramadık. Okyanus ortasında bu duyulmamış şeydir.

Eğer motoru çalıştırmaya karar verdiysek bunu gece yapamazdık, sadece gündüz ve teknenin başında biri çöplere dikkat ederken yapardık.

Hawaii’nin yukarısındaki sularda teknenin baş tarafından suyun derinliklerine kadar görebilirsiniz. Çöplüğün sadece yüzeyde olmadığını, aşağılara kadar indiğini gördüm. Ve her boyda çöp var, meşrubat şişesinden büyük bir araba veya kamyon boyunda parçalara kadar.

Ucu sudan dışarı çıkan bir fabrika bacası gördük, yüzeyin altında hala kazan gibi bir şeye bağlıydı. Dalgaların üzerinde öylesine yuvarlanan konteyner gibi bir şey gördük.

Atık parçalarının etrafından dolanıp durduk. Bir çöplüğün arasından yol almak gibiydi.

Güvertenin altında sürekli bir şeylerin teknenin gövdesine çarptığı duyuluyordu, ve sürekli çok büyük bir şeye çarpmaktan korkuyordunuz. Gövdenin her tarafı görmediğimiz parçalar yüzünden çizilmiş ve içine göçmüştü.”

Plastik her yerdeydi. Şişeler, torbalar ve hayal edebileceğiniz her türlü atılabilir ev araç gereci; kırık sandalyelerden faraş, oyuncak ve kaplara kadar.

Ve bir şey daha. Teknenin yıllarca deniz ve güneşten solmayan göz alıcı sarı boyası, Japonya tarafındaki sularda bir şeyle reaksiyona girip garip ve daha önce görülmemiş bir şekilde parlaklığını yitirdi.

Newcastle’a dönüşünden sonra, Ivan Macfayden hala yolculuğun verdiği şok ve dehşeti kabullenmeye çalışıyor.

Okyanus bozulmuş,” diyor, inanamazlık içinde başını sallayarak.

Problemin büyüklüğünün, ve hiçbir örgüt veya hükümetin bu konuda bir şey yapmak ister gibi görünmediğinin farkına varan Macfayden, fikir arayışı içinde.

Yardım edebilecekleri ümidiyle hükümet bakanlarına yönelik lobi faaliyeti yürütmeyi planlıyor.
Daha acil olarak, Avustralya’nın başlıca okyanus yarışlarının organizatörleriyle görüşüp, gönüllü yatçıların çöp ve deniz yaşamını denetlediği uluslararası bir projeye katılmalarını sağlayarak yatçıların desteğini almaya çalışacak.

Macfayden bu projeye ABD’deyken, yatçılardan günlük bir form doldurmalarını ve radyasyon testi için örnek toplamalarını isteyen Amerikalı akademisyenlerin isteğine cevaben katıldı. Radyasyon, Japonya’daki tsunaminin ve bunu takip eden nükleer santral arızasının ardından ciddi bir endişe.

Onlara neden bir filonun gidip kirliliği temizlemesini talep etmediğimizi sordum,” diyor Macfayden.

Ama bu işi yapmak işin yakılacak yakıtın çevreye vereceği zararın çöpleri olduğu yerde bırakmaktan daha kötü olacağını hesapladıklarını söylediler.”

No comments:

Post a Comment