Saturday, December 31, 2011

Ateist Hareketin Amaçları Ne? – Greta Christina



Ateist Hareketin Amaçları Ne? – Greta Christina1

“İnançlılarla din hakkında tartışmanın, dinle alay etmenin ya da dini aşağılamanın ateistlere hiçbir faydası yok. Aslında tam ters etki yaratıyor ve davamıza zarar veriyor.”

Ateistler arasında bu argümanla sıklıkla karşılaşıyoruz. Benim yanıtım genelde “Hiç de değil!” demek oluyor. Genellikle tarihten örnekler veriyorum ve sosyal değişim hareketlerinde hem cepheleşmenin hem de diplomasinin bulunmasının ne kadar etkili olageldiğine işaret ediyorum. “İyi polis/kötü polis” dinamiğinin (E polislerin bunu kullanmasının bir sebebi var elbet) etkililiğine işaret ediyorum. Overton penceresi'ne (yani, radikal görüştekilerin ağırlık merkezini hareket ettirerek, merkez görüştekilerin görece daha makul görünmelerini sağlamaları fikrine) işaret ediyorum ve cepheleşmecilerin (confrontationalists*) diplomatların işini zorlaştırmayıp kolaylaştırdığını savunuyorum. Ateşli olanlarımızın görünürlüğü arttırmak için çok faydalı olduklarına işaret ediyorum ... ve görünürlüğün mitlere karşı çıkarken olduğu gibi topluluk inşası için de çok önemli olduğunu. Farklı kişilerin farklı mizaçları olduğuna ve farklı aktivizm yöntemleriyle harekete geçtiklerine işaret ediyorum: bazı insanlar sakin, anlayışlı bir sese daha kolay kulak verirken, bazıları tutkulu bir adalet çığlığına daha kolay kulak veriyorlar, başkaları da kralın çıplak olduğunu söyleyen alaycı, mizahi bir taşlamayı daha rahat duyuyorlar. Ve ayrıca aktivistlerin de farklı mizaçları olduğuna; dolayısıyla kibar diplomasi, ortalamada ateşli bir cepheleşmeden daha etkili olsaydı da, cepheleşme konusunda yetenekli olup diplomasiyi beceremeyen aktivistler için hiç de faydalı olmadığına işaret ediyorum. (Ve tam tersi.)

Bugün, biraz başka bir şekilde yanıt vermek istiyorum.

Bugün, şu soruyu sormak istiyorum: “Tam olarak hangi hedeflerden bahsediyoruz?”

Ben bütün ateistlerin – hatta tüm ateist aktivistlerin dahi – aynı hedeflerle hareket ettiğini düşünmüyorum. Ve belki de bazı anlaşmazlıklarımızın ve tartışmalarımızın kaynağı bu olabilir.


Birçok ateist için ateist aktivizmin başlıca hedefi anti-ateist yobazlığı ve ayrımcılığı azaltmak ve dinle devlet arasında daha bütünlüklü bir ayrım için çabalamak. Ana amaçları; ateistlerin, toplumun mutlu, ahlaklı, üretken bireyleri olarak algılanmalarını, tüm ve eşit hak ve sorumluluklara sahip olmalarını sağlamak. Ateistlerin toplumda tam olarak kabul edilmelerini ve ateizmimizin meşru olarak tanınmasını istiyorlar. Ateist karşıtı mitlere ve yanlış fikirlere karşı durmak istiyorlar. Ve kızgın, cepheleşmeci, ateşli ateistleri bu mitleri besleyen, dindar inançlıları daha da yabancılaştıran ve dolayısıyla herkesin işini zorlaştıranlar olarak görüyorlar.

Ama bütün ateistler bunu ana amaç olarak görmüyorlar.

Birçok ateist için, bizim ana amacımız dünyayı dinden uzaklaşmaya ikna etmek.


Yani, evet, elbette, ateist aktivistlerin çoğu, anti-ateist yobazlığın yok olduğunu görmeye bayılırdı ve bunun için çabalıyorlar. Ama birçoğumuz – ki ben de onlardan biriyim – bunu amaçlarımızdan sadece biri olarak görüyoruz. Birçoğumuzun istediği, inananlarla ateistlerin birarada yaşadığı ve birbirlerinin pratiklerini (ya da pratiklerin yokluğunu) saygıyla karşıladığı bir dünyadan ibaret değil. Birçoğumuz, dinin olmadığı bir dünya istiyoruz. Tabii bunun yasayla, şiddetle ya da herhangi bir baskıyla gerçekleşmesini istemiyoruz. Ama dinin sadece yanıldığını düşünmüyoruz. Biz dinin zararlı olduğunu düşünüyoruz. Bazılarımız, dehşete düşürecek derecede zararlı olduğunu düşünüyor. Bazılarımız, doğası gereği zararlı olduğunu,dini din yapan özelliklerin bizzat kendilerinin onu korkunç zararlı hale getirebilen şeyler olduğunu düşünüyor. Dahası, dinin sadece ateistlere değil milyarlarca inanana da zarar verdiğini görüyoruz. Böylece, dinin artık var olmadığı bir dünya için çabalıyoruz.

Ve bazılarımız – ki ben de onlardan biriyim – esasında insanları dinden ayrılmaya ikna etmenin, inananları ateistlere tahammül etmeye ve ateistleri kabul etmeye ikna etmekten çok daha erişilebilir bir hedef olduğunu düşünüyoruz. Biz, dinin, doğası gereği, inananların farklı inançtaki bireyleri kabul etmelerini zorlaştırdığını – ve inancı olmayanları kabul etmelerini neredeyse imkansız hale getirdiğini – düşünüyoruz. (Daniel Dennett bunu “Breaking the Spell” kitabında çok güçlü bir şekilde işliyor: dinin hiçbir sağlam kanıta dayanmıyor oluşu, paradoksal bir biçimde, insanların ona daha sıkıca tutunmalarına ve onu daha hırsla savunmalarına yol açıyor.) Biz, inançlılar arasında evrensel birlikçi görüşlerin ve hoşgörünün istisnai olduğu kanaatindeyiz. Ve biz, eğer ateizmin daha geniş kabul gördüğü bir dünya istiyorsak, bunu ateizmin çok daha yaygın olduğu bir dünya yaratarak elde etmenin çok daha kuvvetle muhtemel olduğunu düşünüyoruz.

Şimdi: Anti-ateist yobazlığın ve din-devlet ayrımının başlıca hedeflerimiz olduğunu kabul etsem bile, yine de cepheleşmeciliğin stratejimizin değerli bir parçası olduğunu savunurdum. Başka hiçbir sebep için değilse görünürlük için ve Overton penceresi için. Gerçi, bunlar bizim yegane (ya da başlıca) hedeflerimiz olsaydı, diplomasiye daha fazla öncelik vermemizi ve cepheleşmeyi biraz arka plana almamızı savunacağımı söylemeliyim. Eğer ana hedefimiz dünyayı ateistlerin iyi insanlar olduğuna ikna etmekse, en efektif taktik insanların asabını bozmak olmayabilir.

Ama dünyayı ateistlerin iyi insanlar olduğuna ikna etmek ana hedefimiz değil. Yani, bu hepimiz için geçerli değil. Birçoğumuz için, yasal haklar kazanmak ve bunların uygulamaya konmasını temin etmek (mesela lise toplulukları oluşturma hakkı, çocuklarımızı koruma hakkı, ilköğretim okullarında çocuklarımıza dini düşünceler öğretilmemesi hakkı, ya da ABD ordusunda askerken dinin zorla benimsetilmemesi hakkı gibi) bizim en büyük önceliğimiz – insanlar bu arada bizim iyi insan olduğumuzu düşünseler de düşünmeseler de. Ayrıca birçoğumuz için, insanları dinden ayrılmaya ve ateizme ikna etmek en büyük önceliğimiz. Biz, diğer hedeflerimize ulaşmak için en iyi stratejinin bu olduğunu düşünüyoruz. Ve bunun başlı başına zahmetimize fazlasıyla değer bir hedef olduğunu düşünüyoruz.

Şimdi: Eğer hedeflerimize ulaşmak için en iyi taktiğin ne olduğu hakkında ya da insanları dinden ayrılmaya ikna etmenin zahmete değer bir hedef olup olmadığı konusunda aynı fikirde değilseniz o zaman haydi bunu konuşalım.

Ama eğer cepheleşmeciliğin – inananlarla din hakkında tartışmanın, dinle dalga geçmenin ya da dine hakaret etmenin – davamıza zarar verdiğini savunuyorsanız, tartışmaya devam etmeden önce şu soruya kafa yormaya değer: Tam olarak hangi davadan bahsediyoruz?

Çünkü aynı şeyden bahsetmiyor olabiliriz.

1  Bu makale, Freethought Blogs'da Greta Christina'nın sayfasında 21 Aralık 2011 tarihinde yayınlanan “What are the Goals of the Atheist Movement?” başlıklı makaleden çevrilmiştir.
*  Metnin orijinalinde geçen “confrontationalist” sözcüğünü “cepheleştirmeci” olarak çevirmeyi uygun bulduk. Çevirimizin anlamı tam olarak karşılamadığını bilmekle beraber, bu sözcük için genel kabul görmüş başka bir çeviriden – şimdilik – haberdar değiliz. Ateizm tartışmaları bağlamında “confrontationalist” sözcüğü; dindarlarla yüzleşmekten, polemiğe girmekten ve zıt düşmekten kaçınmayan aktivistler için kullanılıyor. - OfB





Friday, December 30, 2011

“İhtiyaçlarımız”a kimin ihtiyacı var?

İhtiyaçlarımız”a kimin ihtiyacı var?1

  1. Giriş

Enerji talebindeki artışı analiz ederken sıklıkla yapılan bir hata, enerji politikası tartışmalarını çıkmaz yola sokuyor. Sağcı siyasiler; birtakım ekonomik değişkenlere referans verip, elektrik kesintileri yaşamamak için nükleer enerjiye ve “temiz” kömür santrallerine ihtiyacımız olduğuna inanmamızı istiyorlar. Öte yandan, daha “duyarlı” siyasiler2 yenilenebilir enerji kaynaklarının toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli olduğunu iddia ediyorlar. Sonuçta; tüm tartışma, her birimiz, refahımız için hangi enerji sektörünün daha iyi olduğunu anlamaya çalışan yatırımcılarmışız havasında geçiyor.

Kendi savımdan bahsetmeden önce burada bir parantez açıp birkaç uyarıda bulunmalıyım. Her şeyden önce, bizler kesinlikle yatırımcı falan değiliz; aksine, emek gücü olarak, yatırım yapılacak metalardan biriyiz. İkincisi, yenilenebilir enerji kaynakları kesinlikle yeterli falan değiller. Tabii bu, bazı bölgelerde yeterince güneş ya da rüzgar olmamasından değil, mevcut sistem içinde yeterli diye bir şeyin olmamasından kaynaklanıyor. Dünyaları verseniz yetmez.3 Üçüncü olarak, atmosferdeki karbondioksit miktarıyla ilgili güncel verileri, yenilenebilir enerji piyasasındaki yatırımlarla kıyaslarsanız, verilerin ahenkle dans ettiğini göreceksiniz. Elbette bunun anlamı, yenilenebilir enerji kaynaklarının çok karbondioksit saldığı değil; ama belki sizi iklim krizinin yenilenebilir enerji yatırımlarıyla çözülemeyeceğine dair derin düşüncelere sevkedebilir. Parantezi kapatıyorum.

Bu yazıda, hangi enerjinin “temiz” hangisinin kirli olduğuna dair kafa karışıklığının ve aslında tüm bu sektörel kıyaslamaların, anlamı bulanıklaştırılmış bir “ihtiyaç” kavramının doğal sonuçları olduğunu iddia ediyorum.

Konuyla ilgili yanlış anlaşılmalardan biri, iklim değişiminin insan kaynaklı mı doğal mı olduğuna dair tartışmalar olgunlaşırken başladı. İklim bilimciler ciddi bir antropojenik etkinin varlığını; yani, iklim değişiminin, güneşte ya da iklimin doğal döngülerine gerçekleşen normal bir değişiklik sonucu oluşmadığını, dünyadaki insan faaliyetleriyle kol kola gittiğini gösterdiler. Bilimsel tartışma dahilinde son derece yerinde bir tespit; ama iklim krizini tarihselliğiyle incelemek isteyen birini yanlış yönlendirebilir. Zira, tek tek bireyler olarak küresel iklim değişiminin sebebi olduğumuz yanılsaması yaratabilir. Ben bunun tam aksini savunacağım: Tek tek bireyler olarak bizler, kapitalizmin sebep olduğu küresel iklim değişimin mağdurlarıyız.4

  1. Bu ihtiyaçlar” “bize” mi “lazım”?

Bu ihtiyaçlar”
Bir İstanbul depremi, sağlık sektöründe kârları tavana fırlatacaktır ve inşaat sektörü için emsalsiz yatırım fırsatları yaratacaktır. Örnek çoğaltmak kolay: Okyanusun ortasında bir petrol sızıntısı; milyonlarca insanı etkileyen bir salgın hastalık; demokrasi falan bir şeyler götürmek üzere şu ya da bu ülkeyi bombalamak; tarım arazileri açmak için büyük orman yangınları başlatmak...

Bunların – en azından çoğumuz için – günlük yaşamın parçası olmadığını kabul ediyorum. Ama o kadar önemli bir husus ki. Orduyu alalım mesela: ABD, yıllık GSYİH'sinin %4,7'sine tekabül eden 698.105.000.000 doları askeri harcamalara veriyor. Fransa 61.285.000.000 dolar kullanıyor, ki bu GSYİH'nin %2,2'si. Liste uzayıp gidiyor. 2010 yılında NATO harcamaları 1.084.915.000.000 dolardı.5 Bu sayıları sesli olarak okumaya çalışmanızı rica ediyorum. Bu ihtiyaçlar bizim değil.

Tipik bir cirit füzesi, yaklaşık 80.000 dolar ediyor. Bunlar savaşlarda güvercine yem atar gibi harcanıyorlar. Ve piyasa için harika bir seçenek. Hatta, elma üretmekten ya da ne bileyim ilkokul yaptırmaktan çok daha karlı bir seçencek. Gayri safi milli hasılada nitelikli bir artış sağlıyor. Ve aynı zamanda enerji ihtiyacını da körüklüyor.

Ve bu, önceki örneklerimizin hepsi için de geçerli. Bunlar, dünya ekonomisinin kesinlikle ihtiyaç duyduğu şeyler. Ancak: Bu ihtiyaçlar bize mi lazım?

Bize”

Bizim ihtiyacımız olan, iki nokta arasında rahatça yolculuk etmek; şirketlerin ihtiyacı olansa, bizim bu süreçte mümkün olan en fazla tüketimi yapmamız: buyrun size dört-çeker arabalar ve duble yollar. Bizim ihtiyacımız olan, ailemizle ve arkadaşlarımızla haftada bir iki kez konuşabilmek; şirketlerin ihtiyacı olansa, bizim bu süreçte mümkün olan en fazla tüketimi yapmamız: buyrun size üç ay ömürlü, onarıl(a)mayan, kullan-at cep telefonları. Kapitalist sistemin sadece tek bir ihtiyacı olduğuna işaret eden tekrarıma dikkat edin: kâr maksimizasyonu. İnsani bir ihtiyaç, ancak pazarlanabilir olduğu ölçüde kapitalizm için bir anlam ihtiva eder.

Ancak bir şeyin pazarlanabilir oluşu, onun insani bir ihtiyaç olduğu anlamına gelmez. Hedef kitlesi kılcal damarlarımızcasına dört bir yanımızı saran reklam sektörüne biz mi ihtiyaç duyuyoruz? Bankalar bizim için gerekli mi? Petrol savaşları bizim bir ihtiyacımız mı? İşsizlik bizim bir ihtiyacımız mı?6 Bunlar sadece kapitalizmin bekası için lazımdır. Ama bize lazım değiller.

Bu yazının sınırlarını aşacak daha derinlikli bir analiz, kapitalizmin, ekonomik krizlere olduğu kadar ekolojik krizlere de ihtiyacı olduğunu gösterecektir. Bu konuyla ilgili, Joel Kovel'in muhteşem kitabı Doğanın Düşmanı'nı şiddetle öneriyorum.

Lazım”

“İşte, İngiltere'de bir muffin yapımındaki geçilen enerji basamaklarından bazıları: (1) Buğday; fosil yakıtla çalışan ve yenilenemez malzemeden üretilmiş bir kamyon aracılığıyla götürüldüğü (2) büyük, merkezi bir fırında son derece verimsiz çalışan makineler tarafından öğütülür, pişirilir ve paketlenir. Fırında, buğday, (3) inceltilir ve çoğunlukla (4) beyazlatılır. Bu süreçler cazip bir beyaz ekmek üretir ama buğdaydaki besin öğelerini kuşa çevirir; bu yüzden (5) un; niasin, demir, tiamin ve riboflavin ile zenginleştirilir. Ardından, İngiliz muffin'lerinin, günlerce haftalarca raflarda bekleyecekleri dükkanlara giden uzun kamyon yolculuklarına dayanmaları için (6) koruyucu kalsiyum propiyonat eklenir; tabii hamura kıvam verecek (7) kalsiyüm sülfat, monokalsiyum fosfat, amonyum sülfat, mantar enzimleri, potasyum bromat ve potasyum iyodatla beraber. Sonra ekmek (8) pişirilir ve (9) raflara dikkatinizi çekmek üzere rengarenk basılmış (10) karton bir kutuya konur. Kutu ve muffin, (11) petrokimyasallardan üretilmiş plastik bir torbaya konur, (12) yine petrokimyasallardan üretilmiş plastik bir bağ kapatılır. Muffin paketleri böylece (13) bir kamyona yerleştirilir ve (14) klimalı, floresan aydınlatmalı, müzik yayını yapılan gıda marketine taşınır. Son olarak siz, (15) iki ton metal yığınını markete götürüp getirirsiniz ve nihayet muffin'ler (16) tost makinesindeki yerlerini bulurlar. Neticede de karton kabı ve plastik paketi çöpe atarak (17) katı atıklara katkınızı koyacaksınız. Bütün bunlar epi topu 130 kalorilik bir muffin için.”7
Tüm bu basamaklar bize lazım mı? Yoksa acaba, sadece belirli küresel ekonomi koşullarında her bir muffin'in bu yolculuğu gerçekleştirmesi daha ucuza geldiği için olabilir mi tüm bunlar? Bu hikayede bize lazım olan sadece kahvaltıda yiyeceğimiz bir muffin'di, ama bunun üretmek için kapitalist sisteme lazım olan şeyler bir ekolojik afete sebep oldu. Kahvaltı için bir poğaça istemek bizim bir suçumuz falan değil. Yine de, kapitalist sisteme karşı mücadele etmez ve bildiğimiz dünyanın sonuna8 rıza gösterirsek bu kesinlikle bizim suçumuz.



Ekolojik krizin – özelde de iklim krizinin – çözümünün, nükleer enerjiyle falan hiçbir alakası yok, yenilenebilir enerji kaynaklarıyla da çok uzaktan alakası var. Biz komünistler, tüm üretimde köklü bir azaltım öneriyoruz – ki bu kapitalizmin doğasına aykırı. Yeni güneş enerjisi santrallerinin inşa edilmesini teklif etmiyoruz. Hali hazırda var olan santrallerin yaklaşık yarısının kapatılmasını öneriyoruz, ve bunu yaparken dünyadaki toplam refaha hiç müdahale etmeyeceğimizi iddia ediyoruz.9 Ancak enerji “talebini” en azından yarı yarıya indirdikten sonra, geri kalan santrallerin yenilenebilirlerle değiştirilmesini gündemimize alacağız. Ancak üretim araçlarının özel mülkiyetini ilga ettikten sonra, şirketlerin ihtiyaçlarını bizim ihtiyaçlarımızdan ayrıştırmak mümkün olacak. Ancak komünist bir dünyanın inşası sırasında gerçek insani ihtiyaçlarımızı keşfetmeye başlayacağız. Daha önce değil.

Küresel iklim değişiminin asli sebebi bizim ihtiyaçlarımız değil. Küresel ısınma, bizim gündelik faaliyetlerimizin doğrudan bir sonucu değil. Kâr maksimizasyonundan başka güdüsü olmayan endüstriyel, tarımsal ve ticari faaliyetlerin bir sonucu. Bizim taleplerimizle kapitalizmin arz mekanizmalarının işleyişi arasında muazzam bir mesafe var. Biz ekolojik krizin sorumlusu değiliz, mağdurlarıyız. Bizler, şiddetli kuraklık sebebiyle açlık çekenleriz; bizler, aşırı hava olayları sebebiyle yakın zamanda evlerini terk etmek zorunda kalanlarız; bizler, aşırı yağışın ceremesini çekenleriz. Ayrıca bizler; tüm bu acılara son vermeye ihtiyacı, hakkı ve gücü olanlarız. Hiçbir rüzgar enerjisi şirketi bunu bizim adımıza yapmayacak.


1  Bu yazı, Out for Beyond'da Who Needs Our Needs başlığıyla yayınlanan İngilizce orijinalinden özgürce çevrilmiştir.
2  Al Gore özel olarak değinilmeyi hak ediyor bu hususta.
3  John Bellamy Foster'ın ilham verici bir makalesi, kapitalizm ile ekonomik küçülmenin bir arada var olmayacağını tartışıyor.
4  Okuyucunun ne kast ettiğimi anlayacağını umuyorum. Kapitalizmin sadece belirli toplumsal ilişkileri tanımladığının ve dolayısıyla son kertede insan-kaynaklı olduğunun tabii ki farkındayım. Kapitalizm gerçek toplumsal ilişkilerin yabancılaşmış halidir: İnsanlar arasında bir ilişkilenmeyi değil, kapitalist mefhumlar arasında insan aracılığıyla kurulan bir ilişkiyi işaret eder.
5  Çin, Japonya, Rusya, Brezilya, Hindistan ve Avusturalya'nın NATO üyesi olmadığını hatırlatalım.
6  “In these crises, there breaks out an epidemic that, in all earlier epochs, would have seemed an absurdity — the epidemic of over-production. Society suddenly finds itself put back into a state of momentary barbarism; it appears as if a famine, a universal war of devastation, had cut off the supply of every means of subsistence; industry and commerce seem to be destroyed; and why? Because there is too much civilization, too much means of subsistence, too much industry, too much commerce.” Karl Marx and Friedrich Engels, Manifesto of the Communist Party.
7  Jeremy Rifkin, Entropy: A New World View (New York, Viking, 1980) sayfa 131.
8  Burada başka bir yanlış anlaşılmayı önlemek için kısa bir uyarıda bulunmalıyım: “Bildiğimiz dünya” dediğimiz şeyle sadece kederli kutup ayıları, mutsuz mercan kayalıkları, dağ zirvelerinde eriyen buz kütleleri ve birtakım yok olma tehlikesindeki türler kast edilmiyor sadece; aynı zamanda, uygarlıktan her ne anlıyorsanız onun tamamı da kast ediliyor. Mesele gerçekten sosyalizmle barbarlık arasında bir tercih noktasına geldi.
9  Yani, tabii ki refahın paylaşımındaki adaletsizliği kesinlikle ortadan kaldıracağımız ve bu açıdan dünyadaki refaha müdahale edeceğimiz doğru. Ama bu burada konu dışı kalıyor.





Thursday, December 15, 2011

Başka türlü bir şey, benim istediğim... Ateizm, neden hemen şimdi?

Bir yorum üzerine sesli düşünme


Bundan bir süre önce, Ateistlerden Ateistlere Gündelik Yaşama Dair İpuçları başlıklı bir metin yayınlamış; takipçilerimizden said, baskıcı tutumlara işaretle “Ateistler olarak toplumda kendimizi güvende hissedebileceğimiz kritik kitleye ulaşmadan come out hayalleri hamdır, kendimizi kandırıyoruz.” yorumunu bırakmıştı. said’in dile getirdiği kaygıların malesef bir gerçekliği yansıttığını yadsımıyoruz. Katkısı için teşekkür ederken, bu açık mektubu said şahsında tüm ateist takipçilerimize sunuyoruz



Sevgili Said,

Türkiye'de ve dünyanın her yerinde ateistler , kimi zaman – bahsettiğin gibi – 'mahalle baskısı' ve/ya açık ya da kapalı yaptırım tehdidi ile, kimi zaman da yakınlarının 'sevgi bağı'nı kaybetme korkusuyla; ateist tutumlarını açıklamanın hayatı zorlaştıracağı gerçeğiyle yaşıyorlar. Bu blogun yazarları olarak biz de ateist tutumumuzu ilan etmenin hayatımızı farklı şekillerde, derecelerde zorlaştırabileceği yönündeki kaygına hak veriyor ve bunu paylaşıyoruz.

Ancak işte tam da bu böyle olduğu için ateistleri (de) saklandıkları yerden çıkmaya çağırıyoruz. Dinlerin toplumdaki en yerleşik tabu olduğu gerçeğinin, tarihsel bir olgu ve sömürü sisteminin bir parçası olduklarının altını çizmeyi elzem kıldığını düşünüyoruz. Sözümüzü bu kaygılardan muaf söyleyebileceğimiz bir tartışma kültürünü (bir araç olarak) arzulayacağımız muhakkak; ancak hatırlamak gerekiyor ki onu oluşturanlardan apayrı bir yerde duran bir ‘tartışma kültürü’ yok, bir sabah “kendimizi güvende hissedeceğimiz kritik kitleye ulaştığımız” bir topluma uyanıvermeyeceğiz. Baskıcı tutumlardan arınmış bir dünya biz onun için mücadele etmedikçe gelmeyecek.

Ancak, elbette “Haydi kötü patronlara, komşu teyzeye ve dahi yel değirmenlere karşı ve ne olursa olsun kılıçlarımızı kuşanalım!” demiyoruz. Her ateistin içinde bulunduğu koşullar ve öncelikleri farklı olacaktır, bunları önemsiyoruz. Ateist tutumumuzu ortaya koymaya başlayacağımız ilk yer illa iş yeri, aile, cami duvarı olmak zorunda değil, come out etmenin (açılmak, açıklamak yahut saklanılan yerden çıkmak) her türden güvenliğimizi tehlikeye sokmayacak yollarını bulmak da mümkün. Elbette bununla “kendi tatlı sularımızda yüzelim” anlamına gelebilecek nafile bir come out şeklini kastetmiyor; yalnızca bunun aşamalı ve her spesifik durumda kendisine farklı mücadele yöntemleri geliştiren bir süreç olduğunu hatırlatmak istiyoruz.

İyi haber şu; her daim her yerde aynı açıklıkla ve aynı keskinlikte yap/a/masak dahi ateist tutumumuzu ortaya koymak işe yarıyor! En başta, sandığımız kadar yalnız olmadığımızı bilmek bizi dayanışma anlamında güçlendiriyor. Türkiye’yi de örnek verebileceğimiz muhafazakar toplumlarda, birçok insan aslında din tabusunu sorgularken baskıcı tutum ve argümanları içselleştirerek sorgulamalarının devamını getirmekten vazgeçebiliyor. Tam da bu noktada, ateistlerin kendi sözlerini söyleyerek başkalarına ilham vermesi ve böylece dayanışma noktaları oluşturması çok önemli.* outforbeyond’un ‘Nasıl Ateist Oldum?’ yarışmasında hikayesini paylaşan birçok ateist; kendisinden önce sesini yükseltenlerin etkisinin o ilk şüphenin ardından gitmesinde ne kadar değerli olduğunu anlatmıştı. İşaret ettiğin #eksisozlukkapatilsin ve buna benzer bir çok söylemin/tacizin/şiddet çağrısının özündeki hemen herkes arkasında saf tutuverecek olacağına yönelik kendine güvenleri de, ateistlerin “ben varım” demelerinin ne kadar mühim olduğunu gösteriyor.

Dahası, ateistlerin ‘come out’ etmesi demek, aslında hayatlarının merkezlerine koydukları sorgulama eylemini kolektifleştirmek de demek. Yalnızca tartışma kültürünün var olduğu değil, din tabusunun var olmadığı anlamında da hayalini kurduğumuz toplum bugünden yarına gelmeyecek ama kesinlikle bu dayanışma ve koleklifleştirilen çabanın sayesinde gelecek.

Sözün özü, baskıcı tutumların ateistlerin karşısına çıkardığı ikilemleri ve zorlukları görüyor, her ateistin bunlara dair deneyiminin ve geliştirdiği mücadele yollarının başkaları için bir çıkış noktası oluşturabileceğini düşünüyoruz. Ateistleri bizimle ve çevrelerindeki şüphecilerle deneyimlerini paylaşmaya ve “Ne yapmalı, nasıl yapmalı?” üzerine birlikte ve sesli düşünmeye davet ediyoruz. Zira biliyoruz ki; baskıcı tutumlardan arınmış bir dünya için gerek koşul, onun için mücadele eden “öfkeliler”.



-outforbeyond ekibi-





Monday, November 28, 2011

Gülşah's story on Pharyngula!

*Türkçesini metnin altında bulabilirsiniz.



You might remember the atheist contest we had on September. We published the essays of the winners (and of two guest authors as well) in Turkish. We sent the story of Gülşah, one of the winners of the contest, to PZ Myers' blog Pharyngula, where he started to publish testimonials with the subject "How I became an atheist". And it was published today. You can follow the link here to read her story.


PZ Myers is a professor of biology in the University of Minnesota, and his blog is one of the most visited and most prestigious blogs among skeptics all around the world. We celebrate Gülşah once more for coming out and telling her story to the world, and strongly encourage you to respond to PZ's call and send your stories.

And, last but not least, we thank a lot to PZ Myers for publishing this story and for providing the opportunity for all of us to share each others' experiences.




Gülşah'ın yazısı Pharyngula'da!



Hepiniz hatırlayacaksınız, geçtiğimiz ay sonuçlandırdığımız ateist yarışmamızınbirincilerini (ve konuk yazıları) sizlerle yine burdan paylaşmıştık. Bu yazılardan Gülşah'ın yazısını PZ Myers'ın Pharyngula isimli blogunda bugünlerde yayınlamakta olduğu "Neden ateistim?" serilerinde yer alması için gönderdik. Yazı bugün yayınlandı, şu bağlantıdan okuyabilirsiniz.



University of Minnesota'da biyoloji profesörü olan PZ Myers'ın blogu dünya genelinde skeptik camianın en çok ziyaret ettiği bloglardan. Gülşah'ı saklandığı yerden ortaya çıktığı ve hikayesini tüm dünyayla paylaştığı için bir kez daha tebrik ediyor, sizleri de PZ'nin çağrısına kulak vermeye, kendi yazılarınızı yollamaya davet ediyoruz.

Tabi yazıyı yayınlayan PZ Myers'a da teşekkür ediyoruz! 






Tuesday, November 22, 2011

Ateistlerden ateistlere gündelik yaşama dair ipuçları – v.1


Bu kısa metinle, ateistler olarak, baskıcı dindar tutumlarla nasıl başa çıkabileceğimize ve ateist duruşumuzu farklı bağlamlarda nasıl uygulayabileceğimize dair gözlem ve hatırlatmalardan oluşan (daima eksik kalacak) bir liste amaçlıyoruz.

  1. Ateist tutum

  • Bu listenin nasıl başlayacağı bariz herhalde: Saklandığınız yerden çıkıp sesinizi yükseltin. Dünyanın yaklaşık 6000 yaşında olduğuna inanan insanların okullar kurduğu ve doğal afetlerin toplumsal ahlaksızlık sebebiyle gerçekleştiğini iddia eden insanların bulunduğu bir dünyada; sesimizi yükseltmek için her türlü hakka sahibiz. İşin doğrusu, saklandığımız yerden çıkıp sesimizi yükseltmek, sorumluluğumuz.

  • Bilimsel kalın! Eleştirel kalın! Dine yönelik eleştirel tutumu; ırkçılık, milliyetçilik, cinsiyetçilik gibi başka toplumsal “değer”lere karşı da elden bırakmayın. Karşılaştığınız her yargı için, daima, geçerli bir akıl yürütme ve kanıt olup olmadığını kontrol edin – ve tabii kanıtları sorgulamayı da es geçmeyin.

  • Şüpheciliği elden bırakmayın. Okuyun, yazın, izleyin, dinleyin. Bilmediğiniz şeyleri alenen beyan edin ve bilenlere danışın. Bilmediğiniz ve merak ettiğiniz şeylerin bir listesini tutmak işe yarayabilir – bende yaramıştı!

  1. Dinle karşılaşma

  • Kendinize güvenin. Şeriatçılarla bile tartışmaktan kaçınmayın. Karşınızdaki kişi tartışmayı bloke edecek yöntemler kullanıyorsa, bunları yakalayın ve işaret edin. Zaman kaybettiren tartışmalardan kaçınmak için kısa yollar bulun.1 Ama sakın “nonteist”liğe sığınmayın. Yani, herkesin kendi inancıyla memnun kalacağı bir orta yol önermeyin. Bizler haklıyız. Hemen hemen tüm tanrılar2, yoklar.

  • Daima hangi tanrıdan bahsettiğinizi açıkça belirtin. Ve daima karşınızdaki kişiden de bunu talep edin. Asla aklımızdan çıkarmamamız gereken şeylerden biri de, hali hazırda dünyada 4200 aktif din olduğu (ve bunlardan bazılarında birden fazla tanrı var).

  • Sakın tanrıların varlığı ile var olma ihtimalleri arasındaki farkı göz ardı etmeyin. Tabii ki bazı tanrıların var olması prensipte mümkün (yani, onların var oldukları bir durum hayal etmek imkansız değil). Ancak aslolan şu ki, varlıkları için hiçbir kanıt bulunmuyor.

  • Ilımlı dindarlığın, genellikle iddia edildiği kadar sorunsuz olmadığını aklınızdan çıkarmayın. Ilımlı ya da “ılımsız”, dindarlık eleştirel metoda aykırı. Dokunulmaz alanlar, bir kez kabul edildiler mi, şüpheciliğin ve sorgulamaların hata düzeltme mekanizmalarının dışında kalırlar. Ilımlı dindarlık sadece şeriatçılığa cesaret verdiği için değil, eleştiriye kapalı düşünme biçimine yol verdiği için de tehlikeli.3

  • Dindar insanların ateistlere karşı olduğunun, oysa biz ateistlerin dinlere karşı olduğunun altını çizmek gerekiyor. Bu anlamıyla, radikal laikler (bununla, kurumsal dinlere karşı çıkan inançlı kişileri kast ediyorum) gerçek dünyada ateisttirler. Felsefi keyif dışında, radikal laik kişilerin şahsi hayatlarında ne gibi tuhaf şeylere inandıklarına çok da kafayı takmayın.

  • Ateizmin kayda değer bir politik tutum olmadığı (ve dolayısıyla bunu dillendirmenin anlamsız olduğu) yönünde eleştirilerle karşılaşabilirsiniz. Bu eleştirilerin sizi apolitize etmesine izin vermeyin. Ateizm, “inanç/sızlık/lardan bir inanç” değildir; ateizm, inanmamayı tercih etmekten ibaret değildir. Tanrıların bizzat kendilerine karşı değil, gerçek dünyadaki karşılıklarına, yani dini temel alan ekonomik, politik, cinsel ve sosyal iktidar ilişkilerine karşı mücadele ettiğimizi daima akılda tutun. Din politiktir, antitezi de öyle. Dahası; inanmanın dayatıldığı, inanmayanların baskı ve şiddet gördüğü bir ortamda, ateizm gayet değerli bir politik tutumdur.*

  1. Türkiye ateistlerine özgü gözlemler4

  • Bir kurum olarak dini veya dini kurumları, peygamberleri, azizleri, sembolleri vb eleştirdiğinizde veya bunlarla ilgili ironi yaptığınızda, hemen, insanların değerlerine saygı göstermemek, hatta bazen nefret suçu işlemekle itham edileceksiniz. Oltaya gelmeyin! Yaptığınız tam olarak neyin saygısızlık olduğunu, değerleri nasıl incitebileceğinizi, bu yaptığınız tam olarak hangi gruba karşı potansiyel bir aşağılama veya tehdit içerdiğini tekrar tekrar sorun.

  • Türkiye'de İslam, toplumun tüm diğer batıl değerleriyle örtüşmesi adına, yer yer mevcut teolojinin de gerisine düşecek şekilde yorumlanagelmiş. Bu da, gündelik yaşamda gayet mitolojik bir allahla karşılaşmamızla sonuçlanıyor.
    Mesela Doğu Anadolu'da “ilahi adalet” adına insanların “belalarını vermek” için depreme sebep oluyor. “Nazardan saklıyor”; yeri geldiğinde “akıl fikir veriyor”; uyurken “rahatlık veriyor”; muhabbet sırasında, bilinçaltımızdaki lafları “söyletiyor”; bazılarımız için “şahit oluyor”; hatta eğer sokak dilencilerine para verirsek, “gönlümüze göre veriyor”. Uzun lafın kısası; gündelik yaşama son derece müdahil, her an toplumla birlikte yaşayan bir varlık tarif ediliyor Türkiye'de. Bir bakıma, (sosyolojik olarak) Antik Yunan tanrılarından ayırt etmek imkansızlaşıyor.
    Bu esneklik sebebiyle Türkiye'de din, her şeyin sebebi ve her şeyin sonucu olarak yorumlanabiliyor. Bunun ne kadar ürkütücü olduğu bir yana, bu gözlemin bizzat kendisi bile tartışmalarda farkında olunması gereken bir detay olarak dikkat çekiyor.


1  Sıklıkla yapılan bazı mantık hataları için şu bağlantıya göz atmak isteyebilirsiniz. Antrenman olması bakımından, Eğer Tanrı Bir Araba Olsaydı başlıklı videodaki tartışmayı inceleyebilirsiniz.
2  “Hemen hemen tüm” derken tam olarak ne kast edildiğini anlamak için İngilizce Wikipedia'daki şu maddeye bakabilir, ya da civarınızdaki bir matematikçiye danışabilirsiniz.
3  Bu fikirde, Greta Christina'nın kısa bir makalesinden esinlenilmiştir.
4  Bu kısım, metnin İngilizce versiyonunda yer almıyor.



How to live like an atheist – v.1



This short note is meant to be an (always) incomplete list of remarks and observations on how we atheists can deal with oppressive religious situations and how we atheists may apply our atheistic stance in different contexts.

  1. Atheist attitude

  • The obvious initial remark is to come out and speak out. In a world where people believing that world is some 6000 years old are founding schools, in a world where people say an earthquake is the punishment of god to sinners; we have all the rights to speak out. As a matter of fact, we have the responsibility to come out and speak out.

  • Keep scientific. Keep critical. Do not give away your critical attitude towards religion when it comes to other social “values” such as racism, nationalism and sexism. Always look for sound reasoning and evidence - and don't forget to question the evidence.

  • Keep skeptic. Read, write, watch, listen. Be proud of not knowing. Openly declare things you don't know, and consult people who know about it. I used to make list of things I don't know and am curious about. I even sent those questions to some friends for reading suggestions.

  1. Religious confrontation

  • Keep confident. Do not retreat in discussions even with fundamentalists. If your opponent uses argument-blockers, spot and highlight them. Find shortcuts to eliminate time wasting discussions.1 But never chicken out “non-theistically”. That is, never propose an intermediary agreement where everyone is supposed to be happy with whatever she/he believes in. We are correct. Almost all2 the gods do not exist.

  • Always specify which god you are referring to. And always ask for specification. Never forget that there are more than 4200 active religions in the world today, some with more than one god.

  • Do not miss the difference between the possibility of some gods, and their existence. Of course their existence is in principle possible (that is, we can imagine a situation that they sort of exist). The point is, there is simply no sound evidence for their existence.

  • Keep in mind that mild religiosity is not as unproblematic as people usually claim. It is against critical method. Untouchable zones, once granted, are out of the error-correcting mechanisms of skepticism and questioning. Mild religiosity is not only problematic because it gives way to fundamentalism, but also simply because it gives way to uncritical thinking.3

  • It must be highlighted that religious people are against atheists whereas we atheists are against religions. In that sense, radical secularists, by which I mean believers who are against the institutionalization of religion, are practically atheists. Unless for philosophical joy, do not bother about what kind of ridicule they believe in in their personal lives.

  • You might encounter criticisms arguing that atheism is not a significant political attitude (and therefore that it's not worth to speak out). Do not let them depoliticize you. Atheism is not “just another belief”; atheism is much more than “choosing not to believe.” Always keep in mind that our struggle is not against gods in person, but against the economic, political, gender and social exploitations with reference to religious doctrines. Religion is political, so is its anti-thesis. Moreover; given the oppression and violence the nonbelievers are subjected to, atheism is indeed a very precious political attitude.* 

1 Here are more than 600 “proofs” of god's existence, in case you needed one. And here are some of the common fallacies for you to spot them easily in debates. As a training, you can study the arguments of theists in this lovely video.
2 For a rigorous definition of “almost all” have a look at this Wikipedia entry.
3 This idea is due to a short essay of Greta Christina.



Friday, November 18, 2011

İfade Özgürlüğü ve Tanrılar


Türkiye'den ...

Geçtiğimiz hafta; bir Ekşi Sözlük yazarına, “din saçmalığı” başlıklı entrideki yorumlarında “dini değerleri alenen aşağılama” suçundan 9 aydan 1,5 yıla kadar hapis istemiyle dava açılmasıyla, tuhaf tartışmalara tanıklık ettik. Savcılığın gerekçesi, yazarın “İslam dinine inananların ibadetlerini, kâinatı Allah’ın yarattığına ilişkin inançlarını aşağıladığı” yönünde. İşin ilginci, Ekşi Sözlük'te “ekşisözlük'te dine hakarete 1.5 yıl” başlıklı entride; toplumun yüzde bilmem kaçının Müslüman olduğu argümanıyla, daha hassas olunması gerektiği yönünde yorumlar mevcut. Diğer yandan, “fikir özgürlüğü suçsa bu suça ortağız” adıyla bir dayanışma platformu oluşturuldu.

Öncelikle; eğer Türkiye toplumunun temel değerlerinden biri kölelik olsaydı, biz yine de köleliğin saçmasapan olduğunu beyan etmekten geri durmayacaktık. Hatta asıl o zaman bunu söylemeyi görevimiz addedecektik. Toplumun büyük çoğunluğunun bir şeyleri doğru bulması, maalesef hiçbir şey ispat etmiyor.

Öte yandan; Türkiye'de düşünce, ifade ve basın özgürlüğü vardır. Şu anda hapisteki 71 gazetecinin kaçı Zaman gazetesinde çalışıyor? Kaçı Yeni Şafak, ya da ne bileyim, Star gazetesinde çalışıyor? Türkiye'de ifade özgürlüğü vardır ve hatta sınırsızdır. Ama aynı zamanda, ifade özgürlüğünün özel mülkiyeti vardır.1 Tayyip Erdoğan'ın oldukça geniş bir ifade özgürlüğü var, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in görüşleri hiçbir baskıya maruz kalmıyor.

Dolayısıyla biz, ifade özgürlüğünün özel mülkiyetinin de ilga edilmesi için uğraşıyoruz. Ve ne güzel ki, ne yapsalar, ne etseler, bitmiyoruz, tükenmiyoruz, yılmıyoruz.

... ABD'ye

Bu sırada Amerika Birleşik Devletleri Kongresi; devlete, “telif hakkı ihlali şüphesi duyulan” herhangi bir internet sitesini kapatma yetkisi verecek yeni bir yasayı tartışıyor. Birçok paylaşım sitesinin ana dağıtıcılarının ABD'de olduğu göz önünde bulundurulursa yasanın Youtube'dan Wikileaks'e uzanan sansür gücü daha net görülüyor.

Sırf allah/tanrı yerine parayı koydular diye, sırf bu yeni seküler tanrının varlığını ispat edebiliyorlar diye ve sırf onlar bu yeni tanrının her şeye kadir olduğunu iddia ediyorlar diye; şirketlerin bizim de paraya tapmamızı beklemelerini son derece sürrealist buluyoruz. Dört bin küsür tanrıyı reddetmiş ateistler olarak, bir adımcık öteye gidip paranın saltanatına karşı ses çıkarmaktan imtina etmeyeceğiz. Canlıların genlerini patentlediklerinde nasıl karşı duruyorsak, bu son moda sansür yöntemlerine de sesimizi yükselteceğiz.


1 Karl Marx, On Freedom of the Press. “It is not a question whether freedom of the press ought to exist, for it always exists. The question is whether freedom of the press is a privilege of particular individuals or whether it is a privilege of the human mind. ”



Thursday, November 17, 2011

Dokuz Yaşında Bir Şüpheci ile Röportaj

9 yaşındaki Mason Crumpacker ile yapılan bu röportaj geçtiğimiz hafta Dallas News’te yayınlandı. Mason’un, Texas Freethought toplantıları esnasında New Atheism hareketinin öncülerinden yazar Christopher Hitchens’tan kendisine kitap tavsiyesinde bulunmasını istemesi ilgi çekmiş, birçok blogger postlarında Mason’u konu edinmişti. Dallas News’in Mason’la yaptığı röportajı, Why Evolution Is True bloğunda yayınlanan Interview with a 9-year Old Skeptic başlığından çevirerek aktarıyoruz.



Hürdüşünen, agnostik ve ateist arasındaki fark nedir?

Agnostikler, [Tanrı’nın varlığı hakkında] asla emin olamayacaklarını, bunun ispatlanamaz bir şey olduğunu söyleyenlerdir. Ve haklılardır da. Ateistler de aynısını söyler, ama onlar muhtemelen bunun (çn. Tanrı’nın var olup olmadığı hakkındaki şüphelerinin) sonunu ‘hayır’ olarak getireceklerdir. Hürdüşünen ise dine bağlı kalmadan düşünen insandır.

Hürdüşünen Tanrı’ya mı inanmaz, yoksa inanmadığı sadece din midir?

Hürdüşünmek dine inanmadığın anlamına gelir, ama bu illa ki Tanrı’ya inanmıyorsun demek değildir. Ben dine gerçekten de inanmıyorum. Din çocuklara çok kötü davranıyor.

Mesela nasıl?

Biz ateist toplantıya gittiğimizde, orada bir adam 15 yaşında beyin tümörlü bir kızdan bahsetmişti. Annesi modern bilime inanmadığı için, tümörü kızdan almamışlar, o yüzden de kız ölmüş. Annesi Tanrı’nın tümörü iyileştireceğine inanmış sadece.

Neden bir ateist toplantıya gitmeye karar verdin?

Farklı hürdüşünenlerle tanışmanın ve onların dünya hakkında ne düşündüklerini görmenin ilginç olacağını düşündüm. Sadece zihinsel merakımın peşinden gitmek istedim.

Eğer birisi seni bir Hristiyan, Budist veya Hari Krişna toplantıya davet etseydi, gider miydin?

Muhtemelen... [Bunu] farklı inanışlarda tecrübe etmek isterdim. Neye inanıyorlar ve bu mantıklı mı değil mi görmek isterdim.

İnsanların iyiyi kötüden ayırt etmelerinde dinin rolünün ne olduğunu düşünüyorsun?

Dinin, çocuklarını terbiye etmenin bir yolu olduğunu düşünüyorum. Onlar için dünya din olmadan bir şekilde korkutucu çünkü ne olup biteceği hakkında fikirleri yok.

Bir din nasıl mantıklı/akla uygun olur?
Eğer biri [bir dini inanışı] sorgular ve basitçe ‘bunun doğru olduğunu nasıl biliyorsun?’ diye sorarsa, rahip ona ‘Çünkü bu İncil’de var, değil mi?’ der. Her şey İncil’in etrafında döner. Bazı insanlar ‘Eğer İncil’de yazıyorsa doğrudur, tamamen doğrudur’ diye inanıyorlar. Eğer ben bir şeye inanmaya karar veriyorsam, daha başka kanıtları olmalı.
Din olmadan çocuklar iyiyi kötüden nasıl ayırırlar?
Şahsen bence onlara bu yolda aileleri rehberlik edebilir. Ki eğer aileleri doğru yetiştirilmişse, çocuklar açık zihinli olabilir, eğlenebilir ve güvende olabilirler.
Dini açıdan oldukça muhafazakar bir yer olan Teksas’ta yaşadığını düşünürsek, seninle Christopher Hitchens arasında geçenleri insanların bloglarında yazması seni korkuttu mu?
Biraz korkutucu olduğunu düşünüyorum. Çünkü bazı insanlar din yüzünden fena halde incitilebiliyorlar. ABD’de bir sürü ateistin başına geldi bu, bu çok açık. Sözlü ve fiziksel olarak.
Neden Hitchens’e bir soru sormanın önemli olduğuna karar verdin?
Çünkü farkettim ki Hitchens çok akıllı bir adam ve ölmek üzere. Onun dünya hakkındaki bilgisi boşa gitmemeli ve birisi onun başlattığı şeyi devam ettirmeli diye düşündüm.
Ölünce nereye gidecek peki?
Hiçbir yere.
Hitchens soruna umduğun şekilde cevap verdi mi?
Evet. Bana karşı çok dürüst ve çok ama çok kibardı. Bence bütün yetişkinler çocukları yanıtlarken onlara karşı dürüst olmalı ve onları ciddiye almalı. Çocuklar da insan. Özellikle yetişkinlerin bir şeyi benim için basite indirgemelerinden nefret ediyorum.
Sana bir yetişkin gibi davranılmasını mı tercih edersin?
Bunun iyi mi kötü mü bir şey olduğuna emin değilim. Ciddiye alınmayı seviyorum, ama yetişkin olmaya hazır değilim. Vergi vermek istemiyorum, aslında bunu hiç istemedim.
Peki sen şimdi ateist misin, agnostik mi, hürdüşünen mi?
Henüz inancıma karar verdiğimi söyleyemem. Etrafımı gözlemleyeceğim ve özellikle hoşuma giden bir din var mı diye bakınacağım. Ama eğer hür düşünen olmaya karar verirsem, büyük olasılıkla öyle olacakmış gibi ya… Sadece mantıklı bir şey ifade etmesini istiyorum.
Hitchens’in söyledikleri ya da yazdıklarında hemfikir olmadığın şeyler var mı?
Hitchens’ı okumadım. Henüz 9 yaşındayım.
Eskiden bir Hristiyan okuluna gidiyormuşsun. Oradaki dersler hakkında ne düşünüyorsun?
Montessori eğitimi٭ yapan bir Hristiyan okuluydu. Aslına bakarsanız tüm yapılan kuleler, parlak aynalar inşa etmek ve kahvaltılık gevrek yemekti. Tanrı ve İsa, gökkuşağı ve sevimli tavşanlar hakkında şarkılar söylerdik. Tavşanları o kadar dert ettiğim yoktu.
Bir dinin mantıklı olmasını beklediğini söylemiştin. Hiç İncil’in öğretilerini inceleyip, kendi kriterlerinle değerlendirmeyi denedin mi, mantıklı geliyorlar mı?
Bence bir şeyleri sorgulamak çok iyi bir şey, yetişkinler de bütün yaşlardaki çocuklar da inandıklarını sorgulamalı... Şahsen ben Adem ile Havva’nın hikayesini gerçekten saçma buluyorum. Cennet Bahçesi diye bir şey olduğunun kanıtı nerde? Tanrı’nın kadın ve erkeği yaratıp, meyvelerini yemekten men ettiği bir hikmet ağacı verdiğinin kanıtı ne? Bu bir çocuğa ‘tezgâhtaki kurabiyeleri yeme!’ demek gibi bir şey. Bunu yapacağını biliyorsun, o kurabiyeyi yiyecek.
Eğer insanlar bu röportajı okuyup sana yanıldığını söylerlerse, onlara nasıl cevap verirsin?
O insanlar kendi inançlarının takipçisi. Budistlerin bir Buda’nın olduğuna inanması gibi, Hristiyanlar da bir Mesih’in olduğuna inanmaya meyilli. Pastafaryanlar da bir Uçan Spagetti Canavarı olduğunu düşünmekte serbestler. Ben bir pastafaryanım.
Burada olmamızın sebebi ne sence? Buraya nasıl ulaştık?
Evrimle. Çok küçük mikroskobik hücrelerden evrildik. Onlar daha büyük hücreleri oluşturdu, bu da ilk balığı ortaya çıkardı, o yavaşça sürüngene evrildi, sürüngenlerden de dinozorlar oluştu. Sonra bir nevi her şey yeniden başladı ama bu sefer ilk memeliyi oluşturmak üzere farklı bir yol aldı. O da Australopithecus afarensis dediğimiz şempanze benzeri canlı haline geldi. O yavaşça evrilerek Homo habilis oldu, o da evrilerek Homo erectus. Neanderthaller ve Cro-Magnon insanlar bugünkü halimize gelen yolu açtılar. (Bu noktada ailesine dönüyor: ‘İyi gittim mi?’ Ve her şeyi Fransızca’ya çeviriyor.)
Bunlar, yetişkinlerin zihninde büyük yer kaplayan sorular. İnsanlar şunu bilmek isteyebilir: Neden 9 yaş düşünceleriyle meşgul değilsin? Neden sadece çocukluğun tadını çıkarmıyorsun?
Tadını çıkarıyorum. Bununla ilgili biraz şaşırmış durumdayım. Bence inançları sorgulamak 9 yaşındaki biri için faydalı bir şey, çünkü 9 yaşındakilerin çoğu yuvadan uçma yolunu yarılamışlardır. Bu, bir şeyleri, inançları sorgulamaya başlamak ve dünya hakkında çok şey bilen iyi insanlar olmak için iyi bir zaman.
Peki inançlarını sorgulamadığın zamanlarda, eğlenmek için neler yapıyorsun?
Şarkı söylemeyi severim, dans dersleri alıyorum, kitap okumayı da severim. Yüzmekten ve paten kaymaktan da hoşlanıyorum.
Neler okumaktan hoşlanıyorsun? Hitchens’a sorduğun soru kitaplar hakkındaydı...
Harry Potter serisinin yedinci kitabındayım. Phillip Pullman’ın The Golden Compass serisini de seviyorum, ki bu seri aslında Aslan, Cadı ve Dolap kitabına cevaben yazılmış gibi.
O kitabı seviyor musun?

Evet, tüm dini metaforlara rağmen, gerçekten de iyi bir hikâye... Aslan’ın kendisini taş masa üzerinde kurban etmesi, İsa’nın çarmıha gerilmesine benziyor. Robert Graves’in yazdığı Yunan mitlerini seviyorum. Meg Cabot’un ‘Ali Finkel’in Kızlar İçin Kuralları’nı da seviyorum. Bu kitap Ali Finkel adında 9 yaşında bir kız hakkında. Bu kız bir hamle yapmak istiyor ama en yakın arkadaşı buna tamamen karşı ve onu engellemeye çalışıyor. Kız da bazı kurallar koyuyor. Kitap bir bakıma hayatta kalmak ile ilgili.

İnsanların kurallara mı ihtiyacı vardır?

Evet.

Bazıları dinin sadece bir kurallar bütünü olduğunu iddia eder?

Bana daha çok tapınmakmış gibi geliyor.

Öyle elbette ama aynı zamanda bir kurallar bütünü de. Mesela Yahudiler kabukluları ya da çift tırnaklıları yememeleri gerektiğine inanıyor. Müslümanlar günde beş vakit namaz kılıyor. Hristiyanlar içinse, bazı kurallar geçerli bazıları değil. İşte bu yüzden dinin insanlara doğruyla yanlışı ayırt etmede yardımcı olup olamayacağını sordum.

Ben dinin bir kurallar bütünü olarak nitelendirilebileceğine inanmıyorum. Biliyorum ki insanlar dine inanıyor ve yalnızca iman ediyorlar.

Hayatın anlamı nedir?

Hayatın anlamı öğrenmek, eğlenmek, hayat mucizesi üzerine farklı şeyler tecrübe etmektir. Ya da belki de hayatın bir ‘mucize’ olmadığı üzerine.

‘Mucize’ kelimesini dini bir içeriği olmadan yalnızca hayatın muhteşemliğini anlatmak için kullanmak uygun mu?

Bence evet.

Bir kaç yıl önce Noel Baba hakkındaki [gerçeği] keşfettin. Bu keşfin senin tüm inanç sistemine bir etkisi oldu mu?

Noel Baba’nın gerçek olmadığını 6 yaşındayken öğrendim. Yıkılmıştım çünkü eğer Noel Baba yoksa, size hediyeleri getiren kimdi? Ama en sonunda keşfediyorsunuz ki Noel Baba, paskalya tavşanı, diş perisi rollerini yapan anne ve babanız imiş.

Bu keşif senin Tanrı hakkında sorular sormana neden oldu mu?

Hayır. Noel Baba’yı öğrendiğimde üzerinde fazla durmamıştım aslında.





٭ çn. Maria Montessori tarafından geliştirilen özel bir eğitim tekniği