Friday, February 24, 2012

Neden Ateistler Komünistleri Ciddiye Almalıdır? Giriş.



  1. Giriş


Bu yazıyla “Neden Komünistler Ateistleri Ciddiye Almalıdır? Giriş” yazımızdaki tartışmayı genişletmeyi amaçlıyoruz. Bahsi geçen yazıda, önce ateistlerle komünistleri birbirine yakınlaştıran özelliklere (tarihsel yaklaşım, devrimci tutum, militanlık) değinmiş, ardından ateistlerin mücadele hedefi olan dinden özgürleşmenin komünist oluşumların siyasal programlarına koyabileceği katkıyı vurgulamıştık. Böylece sonuç kısmında
Dinlere karşı yürüyüşlerinde komünistlerin kendilerine ne katabileceğini dinlemek, ateistlerin görevlerinin bir parçasıdır. ... Ateistler, kendi görüşlerine en yakın olan örgütlerle, yani komünistlerle yoldaşlaşmayı ciddiye almalıdır.
demiştik. Şimdi bu sözümüzü daha detaylı olarak tartışacağız.


Süreklilik sağlamak adına, önceki yazıda kullandığımız tanımları kullanacağız: Komünist ve sosyalist sözcükleriyle, tarihin materyalist kavramsallaştırılmasını benimseyen ve (en azından) üretim araçlarının özel mülkiyetinin ilgasını hedefleyen kişileri kast edeceğiz. (Tanım olarak aldığımız bu iki özellik, başlıktaki sorumuzun cevabını verecek.) Ayrıca, inançsızlar ile ateistler arasındaki ayrımımızı sürdüreceğiz ve inançsız kişiyi herhangi bir çeşit tanrının varlığına inanmamayı tercih etmekle karakterize ederken, ateisti – konuyla ilgili ne kadar kafa yorduğuna bağlı olarak – tanrı kavramını, tanrının olasılığını, tanrının olanağını, tanrının varlığını ya da en azından tanrının kurumsallaşmasını bilinçli olarak reddeden bir kimse olarak tanımlayacağız.


  1. Komünistlerin dinsiz/ateist damgası yemeleri doğru mudur?


Yanıtı uzatmadan verelim, evet doğrudur. Tarihsel materyalizm, toplumsal olguların açıklanmasında bilimsel yöntemin kullanılmasını gerektirir.1 Komünist teoriler; ulusun, erkek egemenliğinin, sanayileşmenin vb. oluşumunu, tarih içerisinde üretici güçlerin gelişmesiyle açıklarlar. Din, bu analizden muaf değildir. Bir komünist açısından dini (veya herhangi bir toplumsal olguyu) bu tarihsel analizden muaf tutmak yöntem hatasıdır ve açıkça anti-Marksist bir tutumdur. Hem Türkiye'de hem de dünyada komünist oluşumlar bu hataya düşmekten büyük ölçüde kaçınmayı başarmışlardır. Dolayısıyla (“halkın değerleri”ne saygı duymak isteseler de istemeseler de) tanrı yanılgısıyla alakaları olamaz. Komünistler dinsizliğe mecburdurlar.


Üstelik, tarihsel materyalizm dinlerin bugüne kadar nasıl geldiklerini açıklar. Bu açıklama, liberal ateist düşünürlerin (dinî-olmayan dogmalara referansla) yaptıkları spekülasyonlardan hem daha tutarlıdır, hem de dinin nasıl ortadan kaldırılacağına dair bir yol haritası çizmesi bakımından daha kuvvetlidir.


Üretici güçlerin gelişimini tarih içinde izlemek, dinlerin iktidarı kazanma-kaybetme süreçlerini gözler önüne serer. Örneğin İbrahimî dinler, Avrupa-Ortadoğu coğrafyasında erkek egemenliğini ve heteroseksizmi inşa etmişlerdir. Bir devletin gücünün sahip olduğu insan sayısıyla ölçüldüğü bir devirde, eşcinsel ilişkiyi topyekün yasaklayan Musa da, her spermi kutsal sayan Katolik kilisesi de, iktidar ilişkileri açısından doğru hamleyi yapmışlardır. Örnekler çoğaltılabilir ve tüm bu hamlelerin tarihsel doğruluğu, kuruluşundan yaklaşık iki milenyum sonra Katolik kilisesinin hâlâ dünyanın en zengin mafyası ve en güçlü illegal politik örgütü olmasıyla tarihsel olarak ispatlanmıştır. (Arap dünyasını, Avrupa'da ve Anadolu'da yaygınlaşan bu toplumsal işbölümüne entegre etme görevi Muhammed'e düşmüştür.)


Ancak bu hamlelerin tarihsel doğruluğu, sanayileşme sürecinde tarihsel bir yanlışa dönüşmüştür. Sadece tek bir tane üretilip milyarlarca insanın kullanımına sunulabilen yazılımların dünyasında, tüm dünyada insan yaşamını defalarca kez ortadan kaldırmaya muktedir nükleer bombaların dünyasında, nüfus, gücü ifade etmekten çok uzaktır. Kapitalizm, ekonomik yapıyı devrimcileştirirken, bu devrimi dinlerin geçmişteki kimi nesnel dayanaklarına karşı yapmıştır. Dinlerin bu süreç içinde iktidarlarını kaybetmeleri tesadüf değildir.


Öte yandan, kapitalist üretimin gericileşmesiyle, yani üretici güçlerin önünde bir engel haline gelmesiyle birlikte kapitalizm el altındaki diğer gerici ideolojilerle işbirliği yapmıştır. Dinlerin (ve ırkçılık ile milliyetçiliğin) son dönemdeki hortlayışlarını açıklamak açısından bu gözlem oldukça önemlidir. (Orta Çağ boyunca batıl inanç denerek yok sayılan cadılığın, Yeni Çağ'da birdenbire kilise tarafından tanınmasını, toplumu birbirine düşürmek ve sosyal histeri ortamı yaratmak üzere – özellikle kadınlarda – çeşitli günah keçileri icat edilmesini açıklayan da budur.)2 Bu da bizi yazının ikinci kısmına getiriyor.





  1. Komünistler mi daha ateisttir, ateistler mi?


Birçok ateistin siyasal hedefi sonuna götürülmüş bir laiklikten, yani devletle dinin ayrıştırılmasından öteye geçmez. Bu hedef, kapitalizm sınırlarında liberal bir taleptir. Oysa, yukarıda da değinildiği üzere kapitalist üretimle beraber bu “çözüm”ün miadı dolmuştur. Komünistler için devlet de din de sınıflı toplumun üstyapı kurumları olarak siyasal birer sorundurlar.


Üstelik şimdi eskisinden daha çok tanrı vardır. Para, serbest ticaret, ücretli emek, metalaştırma, kâr etme güdüsü, kalkınma vb. formlarda görünen, özel mülkiyetin çocukları olarak özetleyebileceğimiz çeşit çeşit tabular ve eleştirilmezler dört bir yanı sarmıştır. Ateizm, sadece yaratıcı tanrıları değil, bütün “her şeye kadir”leri reddetmek olmalıdır. Bu anlamda, komünistler ateistlerden daha ateisttirler. Eğer ateistseniz ancak hakkı verilen bir laiklikle yetiniyorsanız, komünistler (paranın saltanatını da reddederek) bir tanrı önünüzdedirler.


  1. Komünistler değil de kim?


Komünistler ateistlerden daha ateist oldukları içindir ki dinle ilgili çatışkıların hepsinde laiklere ve ateistlere taraf olmuşlardır. Sırf bu gözlem dahi ateistlerin komünistlerin dediklerini dikkatle dinlemeleri için yeterli olabilirdi; ama dahası var.

Din, tarihin geri kalanından ayrı atomik olarak durup duran bir sorun değildir. “Vatanın kalkınması” adına yapılması planlanan nükleer santrallere ve hidroelektrik santrallere karşı ayaklanan ve yaşadığı ekosistemi ekonomiye tercih eden ekoloji hareketleri ile “ahlakî değerlerin korunması” adına dindar bir nesil yaratmayı planlayan iktidara karşı öfkelenen ve mutluluğu başka dünyalara havale etmeyen ateistler arasındaki fark, dikkatli gözler için, sadece şekildedir. Dert tektir, görünümü çeşitlidir.

Önceki yazımızda,
Tipik bir ateist, tarikat lideriyle herhangi bir Müslüman arasındaki farkı ve bu ikisinin tarih içerisinde birbirlerini nasıl yeniden ürettiklerini gayet iyi bilir.
demiştik. Din, sosyolojik bir olgu olmaktan öte, iktidar ilişkilerinin bir parçasıdır. Din iktidar ilişkilerinden ayrı düşünülebilir elbette, ama dine karşı mücadele o şekilde kazanılamaz. Nasıl ki ateistleri insanlığın kurtuluşu için mobilize etmek komünistlerin görevlerinden biriyse, dünyayı tüm tanrılardan kurtarmak için komünistleri ciddiye almak da ateistlerin en önemli görevlerindendir.




1  Marx'ın Hegel eleştirisi tam da bu noktada başlar. Hegel'de felsefe başaşağıdır, çünkü Hegel gerçek dünyayı İdea'nın bir görünüşü olarak tarifler. Oysa bilimsel yöntem, somut gerçekliğe bakıp ardından soyutlama yapılmasını gerektirir. Hegel tüm olguları tarihsellik içerisine yerleştirir, ancak tarihin kendisini mutlaklaştırır. Marx, bilimsel yöntem vurgusunu, metaların değerinin nasıl belirlendiğini tartışırken de tekrarlar. Sömürüyü, artı-değer üretimini ve emek gücünü inceleyerek açıklar ve tam da bu mefhumlar sebebiyle sömürünün, üretim araçlarının özel mülkiyetinin ilgasından başkaca bir şekilde yok edilemeyeceğini gözlemler. Marx ve Engels'in tarif ettikleri sosyalizmi bilimsel sosyalizm yapan budur.

2  Bu paragrafın daha kapsamlı bir şekilde tartışılması gerektiğinin farkındayız, ancak yazının sınırlarından taşmamak adına burada belirtildiği kadarıyla yetinmeyi tercih ediyoruz.


Monday, February 20, 2012

Otosansür - Autocensorship

Scroll down for English.


Otosansür

Bilimsel şüphecilik ilkesi sebebiyle (ve yalnızca bu sebeple); İslamiyet'in Sünni mezhebinin Gülen cemaatince yorumlanmış versiyonunun, kabul gördüğü kadar muhteşem olmama ihtimalinin yok sayılması, bazı durumlarda, doğru bilgiye erişmekte sorunlara yol açabilir.

Bu nedir? Bu budur.

Muhalif görüşleri sebebiyle tutuklanan
veya işten atılma korkusuyla görüşlerini açıklayamayan
tüm gazetecilere yoldaşça selamlarımızla.





Autocensorship

Due to the scientific scepticist method (and only because of that); we would like to highlight that the ignorance of the probability that the Gülen movement's interpretation of the Sunni fraction of Islam may not be as wonderful as found by many, might cause, in some situations, tiny difficulties in reaching correct information.


What is this? This is this.

Our salutations to all the journalist
who are in jail because of their critical opinions
or who cannot declare their opinions because of the fear of getting fired.

Tuesday, February 14, 2012

An(other) Outrageous Civil War in Turkey

Male perpetrators killed 257 women in Turkey according to the data compiled by bianet in 2011. We could summarize the report to save up some time, but we won't. You should read this article (signed Çiçek Tahaoğlu) together with all the previous reports in bianet that are labeled violence against women and then this report to get even more horrified by the data on rapes, harassments, the portion of girls to adult women, excuses of men etc. There is no such thing as spending more-than-enough time for this subject.

Our calculators tell that the above number means some 21 murders a month. Now, compare this number with any other civil war you are aware of, just to see how they fit together. While a civil war is of course a more complicated political phenomenon, we propose that the social outrage and indignation towards the patriarchal system should be equivalent to one in case of a civil war.

The war against women is all over the country. From streets to homes, from strangers to family members, from television channels to courts, from pornography to parliamentarians... it comprises all the life. Therefore the defense line must be the whole country as well. And as the attack is a very well organized one (from the declarations of government leaders – especially the current ones – to the capillary vessels of the social fabric), the response must be well-organized too.

This is a call for unity and solidarity against the patriarchal system and the social mechanisms that reproduce it.


Note: We follow the activities of the platform named “We will stop the murdering of women”, that organizes demonstrations in Istanbul every other week. This commentary should also be interpreted as an invitation to participate in their events or, more generally, to join any of the many political organizations that aims at systemic solutions to patriarchy.



Wednesday, February 8, 2012

Vurun Ateiste! Yaşasın Kitlelerin Tineri!

İyi ve kötü… Düşünün iki seçenek var önünüzde, biri dindar ve çağdaş diğeri tinerci ve ateist! Meseleyi buradan kurunca tabi ki dindar ve çağdaşı seçersiniz. Baktığınızda zaten burada seçenek yok. Tinerci olmak kimsenin önünde bir seçenek değildir. Tinerci çocuklar da (uzaydan gelmediklerine göre) bu devletin politikalarının bir sonucudur, onların hali de bu düzenin ayıbıdır.

Şimdi haberler başlayacak, tinerci gençlerin icraatları sayıp dökülecek, “inançsızlık” sorunu olarak yansıtılacak. Nefret söylemlerinin en kanlısı ateistlere yöneltilecek, manşetlerde “dinsizlikle mücadele” olacak. Olacak tabi, bir yerinden iktidara tutunmaya çalışanların ayyuka çıktığı şu zamanlarda başka ne olabilir? Fakat unutulmasın, bu açıkça suç işlemektir. Dökülen her ateistin kanından devlet sorumludur, ateistlerin başına gelecek her şeyden de… Çünkü milyonların önünde bir başbakan ateistleri hedef göstermiştir, ilk taşı atmıştır.

Başbakan o meşhur konuşmasında “Bu ülkede dindarlara ikinci sınıf muamelesi yapıldı” diyor. Biliyor musunuz tarihimiz katledilen Turan Dursun’ların tarihidir, ikinci sınıf vatandaş ne kelime, ucuz cinayetlerle yandı ömrümüz. Dindar nesil yetişti, o dindar nesil Türklük ve İslam’la sentezlendi. O dindar nesil sabah körü aydın kovalama avlarına çıktı. Erdoğan belli ki korkuyor; isyandan, itaatsizlikten korkuyor. Çünkü bu sömürü sistemine isyan edecek milyonlar var. Bu milyonların sorunları da aracı imamlarla çözülemeyecek kadar derin. Biz sizin seçeneklerinizi toptan reddediyoruz ve insanların iyiliğini ve kötülüğünü Allah inancıyla ölçen düşünceye başkaldırıyoruz.

Laik bir devletten beklenen bütün vatandaşlarına eşit mesafede olmasıdır. Başbakan son konuşmasında açıkça bu eşitliği çiğnemiş, ateist vatandaşlarını hedef göstermiş –kimbilir belki ateizmi münferit bir vaka olarak görüyordur- dindar olmayan gençliği “milli, manevi değerlerinden kopuk, hiçbir istikameti, meselesi olmayan bir nesil” olarak niteleyerek ufkunu herkese göstermiştir.

Bizim çok meselemiz var, sizin görmezden gelip bütün o koruyamadıklarınızı biz düşünüyoruz. Biz “Özgürlüğü araba reklamlarından öğrenmeyi reddediyoruz. Eşitliği dini otoritelerden öğrenmeyi reddediyoruz. Birlik ve beraberliği milliyetçi gazetelerden öğrenmeyi reddediyoruz. Bu devasa hapishanenin ötesinde, çok güzel bir dünya olduğunu biliyoruz. Bize yaşam diye kakalanan bu zaman israfının ötesinde, kendimizi gerçekleştirmek için büyük bir potansiyele sahip olduğumuzu” biliyoruz.

Bu açık hedef gösterme ve laiklik esasının çiğnenmesi, toplumda ateistlere yönelik nefretin bir kıvılcımı olabilir. Bu sebeple, ateistlerin başına gelecek, can güvenliğini tehdit eden bütün oluşumlardan ve olaylardan T.C. Başbakanı sorumludur. Başbakanın bu ayrımcı söylemlerine maruz kalan bütün tinerci kardeşlerimize ve kitlelerin tineri olan bütün dinleri reddedenlere selam olsun!



Sunday, February 5, 2012

Mini buzul çağı safsatası, “Sıcaklıklar Yükselirken İnkarcılar Alçalmaya Devam Ediyor”

Bu yazı, büyük ölçüde, Phil Plait'in Discover Magazine'deki Bad Astronomy blogunda yayınlanan “While Temperatures Rise, Denialists Reach Lower” başlıklı makalesine dayanmaktadır. Plait'in makalesini kendi yorumumuzdan yıldız işaretleriyle ayırdık.






İstanbul geçtiğimiz hafta son 33 yılın en soğuk günlerini yaşadı; hayat felç oldu, uçak ve vapur seferleri iptal edildi, karayollarında trafik kazaları gerçekleşti. Buraya kadar, belediyecilik ve kriz yönetimi konusundaki zaafiyetler dışında ilginç bir şey yok – hatta onlar bile pek ilginç gelmiyor Van depremi skandalından sonra. Yıllardır ciddi bir kar fırtınası yaşamamış bir şehrin üç gün süren bir fırtınayla karşılaşması, (eğer normal karşılanmayacaksa – ki doğrusu budur) aşırı hava olaylarında bir artış olarak yorumlanırdı.




Oysa Hürriyet gazetesi, 31 Ocak günü internet sitesinde “Mini buzul çağı geliyor” başlıklı bir haber yayınladı ve ardından bunu manşetten yayınladı. Sansasyon haberciliğinde rekordan rekora koşan gazete, “bir grup İngiliz bilim insanına göre” küresel ısınmanın bittiğini ilan etti. Tahmin edilebileceği üzere yazı, bir paragraf dağınık bilgiyi takip eden 10 paragraflık “Tedbirsiz sürücüler zor anlar yaşadı”, “İstanbul'dan kar manzaraları” vb yerel hava durumu haberinden oluşuyor.




Düşünün ki bir gün gazete alıyorsunuz ve manşette “Yer çekimi yokmuş!” diye bir haberle karşılaşıyorsunuz. Bu yaklaşımın tirajları nasıl etkileyeceğini bilemiyoruz, ama okuyucuyu aptal yerine koymak diye de bir şey var.




Yeterince dikkatli bakarsanız ve uslu birer çocuk olursanız, yazının referans verdiği kaynağın Daily Mail'de David Rose imzasıyla yayınlanan “Küresel ısınmayı unutun – asıl dert 25 Döngüsü (ve eğer NASA bilim insanları haklıysa Thames nehri yeniden donacak).” başlıklı (İngilizce) haber olduğunu keşfedebilirsiniz. Hürriyet'ten konunun ana kaynağını araştırmasını, karşıt görüşleri incelemesini vb. bekleyecek kadar naif değiliz; ancak başka bir gazeteyi hızlı okuma teknikleriyle okuyup manşetten haber vermek de biraz sınırları zorluyor.




İlkeli ve nitelikli habercilik yapma iddiasındaki gazeteciler tutuklanır veya işten atılırlarsa, kamunun doğru habere ulaşma hakkı da böylece gasp edilmiş oluyor. Konuyla ilgili yayınlanan üç aklıselim yazıya ilave olarak Phil Plait'in Daily Mail makalesine yanıtını çevirmeye karar verdik:





***




“25 Döngüsü” ile güneş faaliyetlerinin döngüsüne referans veriliyor – bu konuya birazdan döneceğim. Ama öncelikle, Mail makalesinin göze batacak derecede berbat kısmı, Birleşik Krallık'ın Ulusal Hava Durumu Hizmeti kurumu Meteoroloji Ofisi'nin yayınladığı yeni sonuçlara bakış açısı. Mail makalesinin alt başlığı “Met Ofisi, son 15 yılda ısınma olmadığını gösteren yeni sonuçlar yayınladı” şeklinde. Tuhaf, çünkü Met'in basın açıklamasının ilk iki paragrafı şöyle:
Met Ofisi küresel sıcaklık öngörülerine göre; 2012 yılının, uzun vadeli (1961-1990) küresel ortalama olan 14.0 °C'den 0.48 °C daha sıcak olması bekleniyor. Kuvvetli muhtemel aralık olarak 0.34 °C ile 0.62 °C arası öngörülüyor.
Bu aralığın ortası, 1850 yılından beri tutulan kayıtlarda 2012 yılını en sıcak 10 yıl arasına sokacaktır.
[Vurgu bana ait, ama bariz sebeplerle yaptım.]


Eğer bunu “ısınma olmadığını gösteren yeni sonuçlar”la bağdaştırabilirseniz bravo: Siz de Mail'e muhabir olabilirsiniz!


Makale o kadar hatalı ki, Met ofisleri ayrı bir basın açıklaması daha yayınlayıp net bir şekilde Mail makalesinin “bol miktarda hata içerdiğini”, “yanlış yönlendirici” olduğunu ve yazarın “verdiğimiz yanıtları bütünüyle içermemeyi” seçtiğini ifade ettiler.


Daha bitmedi. Rose'un Mail makalesinin büyük kısmı Güneş'in iklim üzerine etkilerinden bahsediyor. Oysa, iklimle ilişkisinin çok çok az olduğu defalarca gösterilen güneş faaliyetlerinin iklim değişiminin ana kaynağı olmanın mahallesine dahi uğramadıkları kesin.


Mail makalesindeki argüman, Güneş'in ileriki zirvenin ardından sakin bir devreye gireceğini ve böylece Dünya'yı soğutacağını işaret edebilecek bir araştırmaya dayanıyor. Öncelikle, o araştırmanın doğruluğu son derece belirsiz, ve aslında en azından bir saygın güneş fizikçisi bulgularla karşıt görüşte (ve bence de haklı; çalışma bayağı ilginç ama henüz çok çok ham). İkinci olarak, araştırma doğru bile olsa, Mail makalesinin iddia ettiği gibi buzul çağına sebep olacağını düşünmek için hiçbir sebep yok; böyle bir şey birçok faktörün aynı anda gerçekleşmesine bağlıdır. Dahası, Küçük Buzul Çağı (17. ve 18. yüzyıllar arasındaki soğuk dönem) küresel bir etki değildi; sadece Avrupa'yı etkiledi. Ve birçok volkanik faaliyetin de etkisi vardı.


Peki Rose, Güneş'in bizi serinleteceği fikrine nereden kapılıyor? Met Ofis'in başka bir yayınından. Evet bildiniz: O yayının da ilk paragrafı Rose'un iddiasının tam tersini söylüyor:
Yeni araştırmalarda, güneş çıktılarının önümüzdeki 90 yıl içerisinde azalmasının kuvvetle muhtemel olduğu; ancak bunun, küresel sıcaklıklarda sera gazları sebebiyle gerçekleşmesi beklenen artışı ciddi anlamda geciktirmeyeceği bulundu.


İnanılmaz, değil mi?


Neyse ki süvariler yetişti; gerçek dünyaya dayalı yayıncılık yapanlar hemen devreye girdiler:
- Anti climate change extremism in Utah
- Greg Laden


Bilimde bir konuda %100 emin olmak pek mümkün değildir, ama inkarcıların bu yazının yorum kısmında yine bağrışıp çağrışacaklarından şüphem yok. Ne zaman bu konuda yazsam böyle oluyor, ve neredeyse her zaman, çoktan çürütülmüş argümanlar kullanıyorlar. Ancak bu saldırılar küstahlaştıkça, bizlerin de daha tetikte olmamız gerekiyor.