Wednesday, October 24, 2012

Kurban Kim?


Bir Kurban Bayramı daha, klasikleşen vahşet görüntüleri ve beyin yıkamaya varan dini söylemleriyle geldi çattı. Yoksullarla dayanışmak, birlik ve beraberliği güçlendirmek maskesi ardına saklanan bu bayramda, bizler gözümüzün önündeki kurban(lık)lardan fazlasına dikkat çekmek istiyoruz.

Öncelikle bu bayramda her birimiz şiddetin kurbanlarıyız. Çocuklar (özellikle de çocuklar)  ve biz yetişkinler, bu kutsallık şemsiyesi altında şölensel bir hayvan katliamının, şiddetin, ölümün ve öldürmenin normalleştirilmesine tanık oluyoruz.  Yakalanmaya çalışılırken yerlerde sürüklenen, beceriksizce kesilirken can çekişen hayvanlar, sokaklarda oluk oluk akan kan sadece günlük hayatlarımızdaki şiddetin bir yansıması değil, adeta onu pekiştiren bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Üstelik din kaynaklı şiddete uygulanan toplumsal çifte standartı da gözler önüne seriyor. Tüm bunların kutsal bir varlık, ibadet ve inanç gibi “iyi” amaçlar uğruna yapılabileceği mesajını ise daha da elem verici buluyoruz.

Dikkat çekmek istediğimiz bir diğer nokta ise, hayvanların var olma amaçları bize hizmet etmek olan önemsiz nesneler, insanınsa doğanın efendisi gibi görüldüğü anlayışın Kurban Bayramı pratikleriyle içselleştirilmesi. Bu mantığa göre; onbinlerce hayvan kırdan şehre göç ettiriliyor, vardıkları noktada üst üste alt alta bekletiliyor, “dini usüllere uygun” pazarlıklar sonucunda satılıyor (ayrıca, hayvanın fiyatı arttıkça sevabı da artıyor), inşaata taşınan işçilerden biraz daha iyi koşullarda (gerçi, ekmek parası baskısının şiddetiyle “zorunlu gönüllü” olarak değil doğrudan fiziksel şiddet yoluyla) sahiplerine götürülüyor, burada ay takviminin belirli bir gününe kadar görevini bekliyor, ve nihayetinde İbrahim'in oğlu için dublörlük ederek “yaratılış amacı”na ulaşıyor. Oysa bizler hayvanların insanlar için yaratıldığı sanısını değil, dünyadaki her şeyin bir bütün olarak birlikte var olduğu bilgisini benimsiyoruz.

Bu öyle bir süreç ki et, gıda, insani yardım, dayanışma vb. olgular konu dışı hale geliyor, geriye sadece hayvanlara yönelik fiziksel ve insanlara yönelik ideolojik şiddet kalıyor; hayvan canıyla beraber insan aklı da kurban ediliyor. Sadece Kurban Bayramı’na özel olmasa da, bir otoriteye bağlılık, bu bağlılık doğrultusunda koşulsuz itaat ve adanmışlığın gösterilmesi uğruna daimi olarak bir şeylerin (bir hayvan, bir evlat, bir hayat, bir ömür dolusu emek) sunulması gerekliliğinin Kurban Bayramı vesilesiyle güçlü bir şekilde vurgulandığını görmek bizleri “kurban kim?” sorusunu sormaya itiyor.

Bizler Özgür Düşünce Hareketi olarak bu bayramın görünen, görünmeyen kurbanlarının farkındayız. Sizleri de bu kurban(lık) düzenini reddetmeye çağırıyoruz.



Tuesday, October 23, 2012

Özgür Düşünce Hareketi yola çıktı.

Bu bir tanıtım yazısıdır.

Çünkü ateistlerin, agnostiklerin ve dinlerden özgürlük savunucularının tanınmasının zamanı geldi geçiyor. Çünkü özgür düşünceliler varlar. Çünkü özgür düşünceliler; dinin kurumsallaşmasına karşı mücadele etmek üzere, bilimsellik ve toplumsallık temelinde bir araya geldiler bile. Bu, Özgür Düşünce Hareketi'nin tanıtım yazısıdır.

Bu bir davet yazısıdır.

Çünkü özgür düşünceli ve insanca yaşamanın mümkün olduğu bir dünya hayal ediyoruz. Çünkü Duruş Metni‘mizde tarif ettiğimiz amaçlarımız ve ilkelerimizle uyumlu kişi ve gruplara, dini dogmalara karşı bir dayanışma ortamı inşa ediyoruz.

Bu bir selamlaşma yazısıdır.

Sorgulayan, şüphe duyan ve özgür düşünen herkese sesleniyoruz! Saklandığınız yerden çıkın! Şimdilik yalnız olabilirsiniz, ama asla yanlış değilsiniz!

Tuesday, October 16, 2012

Genetiği Değiştirilmiş Gıda Endüstrisinin Küçük Kirli Sırrı


Bu yazı, Pesticide Action Network'ten Marcia Ishii-Eiteman'ın Reader Supported News'da 9 Ekim 2012'de yayınlanan “Genetically Modified Food Industry's Dirty Little Secret başlıklı makalesinin serbest çevirisidir.
Ekinlere sıkılmak üzere hazırlanan Monsanto böcek ilacı

Bugünlerde sıklıkla, Pesticide Action Network'teki (Böcek İlaçları Eylem Ağı) bir bilim insanı olarak genetiği değiştirilmiş (GD) ekinlerin böcek ilaçlarıyla ne alakası olduğunu anlatmam isteniyor. GD ekinlerin hem böcek ilacı içerdiklerini hem de böcek ilacı kullanımını arttırdıklarını söylediğimde, samimi bir kuşkuculukla karşılaşıyorum. Sanırım bizler GD teknolojisinin dilimlenmiş ekmekten beri bulunan en iyi şey olduğuna inanmaya ihtiyaç duyuyoruz.

Daha geçen hafta bir radyo programındayken, telefon açan bir dinleyici GD ekinlerin dünyanın acılarına nasıl da yeşil bir çözüm sunacağına dair içten umutlarını paylaşıyordu. Dinleyici, bu ekinlerin verimi arttırdıklarını, körlüğü tedavi ettiklerini ve böcek ilacı kullanımını azalttıklarını duymuştu. Onu bu başlıkların her birinde ayrı ayrı hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm; zira GD ekinler verimi arttırmada tutartlı bir biçimde başarısız oldular, şimdiye kadar A Vitamini eksikliği kaynaklı körlükle ilgili hiçbir şey yapmadılar ve ilk piyasaya sürüldüklerinden beri geçen 16 yılda böcek ilacı kullanımında artışa sebep oldular.

Bu son hususla ilgili geçen hafta yayınlanan bir araştırma, GD ekin endüstrisinin bitmez tükenmez mitiyle çelişen kanıtlar yığınına bir yenisini daha ekledi. Washington Devlet Üniversitesi'nin (WSU) Environmental Sciences Europe'ta Cuma günü [5 Ekim 2012] yayınlanan araştırması, basit ama çarpıcı bir bulgu ortaya koyuyor: GD tohumlar böcek ilacı kullanımını ciddi oranda arttırıyorlar ve bu artış gıda ve tarım sistemimizin gidişatını değiştirmediğimiz sürece aynen devam edecek.

Buyurun size böcek ilacı endüstrisinin küçük gizli sırrı: GD tohumlar dünyanın gıda ihtiyacına yeşil bir çözüm falan değil, dünyanın en büyük böcek ilacı firmalarının büyüme motorudurlar. İşin aslı, son GD ekin dalgasının, özellikle fena bir böcek ilacının (2,4-D) mısırdaki kullanımını önümüzdeki yedi yıl içerisinde 25 kat arttırması bekleniyor.

ABD Tarım Bakanlığı verilerini değerlendiren (WSU araştırma profesörü ve eski National Academy of Sciences genel direktörü Charles Benbrook imzalı) araştırma, GD ekinlerin ülke genelinde böcek ilacı kullanımını 1996'dan 2011'e kadar 180 bin ton arttırdığını gösteriyor. Sadece geçen yıl, GD ekinler, GD-olmayan ekinlere kıyasla ortalama %20 daha fazla böcek ilacı kullandılar. Bitki öldürücülere dayanıklı ekin teknolojisinin benimsenmesi ana faktörlerden biri oldu: aynı dönemde bitki öldürücüleri kullanımına 240 bin ton katkı sağladı. Dahası, eğer Tarım Bakanlığı bitki öldürücülere dayanıklı yeni sürüm GD ekinleri onaylarsa, ilaç kullanımı daha da artacak.


Geleceğe dönüş: yeni GD ekinler ve eski böcek ilaçları

Bu yeni veriler bize – Monsanto, DuPont ve Dow'un pazarlama taktiklerini aratmayacak şekilde – çiftçilerimizin ve tarımsal ekosistemlerimizin öyle ya da böyle hepimizin bedelini ödediği yollarla böcek ilacı değirmenine bağlandıklarını anımsatıyor.

Şu anda en az yirmi küsür tohum çeşidi glifosfata, yani Monsanto'nun Roundup'ının ana içeriğine dirençli. Güneydoğu ve giderek ortadoğuda çiftçiler tüm tarlalarını bu “süpertohumlar”a bırakıyorlar. Ülkenin zirai açıdan en üretken ve en çok çeşitlilik barındıran eyaleti Kaliforniya'da tohumlar hem glifosfata hem de parakuata direnç kazandılar ve tahminen 400 milyon hektarlık bir alanı istila ettiler – bir yandan alan genişlerken bir yandan dirençli tohum çeşitleri artıyor. Tohumların Roundup'a direnci arttıkça çiftçiler de daha çok miktarda ürün kullanıyorlar ve nihayetinde çareyi eski ve çok daha tehlikeli böcek ilaçlarını kullanmakta buluyorlar. Ve Benbrook araştırmasının da işaret ettiği üzere, çiftçilerin bu daha az etkin, zararları ve fiyatı artan ürünlerle başları dertte.

Değirmenin bir sonraki devri özellikle korkutucu. 2,4-D dirençli mısır, ABD Tarım Bakanlığı'nın değerlendirmekte olduğu yeni endüstri ürünleri tufanının ilk neferi. Eğer bakanlık onu ve diğer 2,4-D ekinleri onaylarsa, bu zararlı böcek ilacının mısırdaki kullanımının önümüzdeki 7 yıl içinde 25 katına fırlayacak ve böylece tarlaları, çiftçileri ve kırsal halklarını tehlikeye sokacak. Bu kimyasal, doğum kusurları, sinirsel hasarlar ve kanserle ilişkilendirildi. Özellikle çocukların, etkisine daha duyarlı olduğu gözlemlendi. Bu sebeple, 70 tıp doktoru ve sağlık uzmanı bu yaz Pesticide Action Network'le beraber Çevre Koruma Ajansı'na Dow AgroScience'ın 2,4-D kullanımını reddetmesini ısrarla talep etti.

Bunları yerken de o maskeyi takıyor musun?

Peki ya şimdi?

Glifosfat kullanımından ve 2,4-D vb. kimyasalların satışlarıyla kol kola gelecek bitki-öldürücü temelli GD ekinler hüryasından en çok kar edecek olanlar Monsanto, Dow ve diğer büyük böcek ilacı şirketleri. Yani, Kaliforniya'daki GD gıdaların etiketlenmesi için “Bilme Hakkı” oylama inisiyatifinin en büyük muhaliflerinin böcek ilacı firmaları olması kimseyi şaşırtmamalı. Bu firmalar toplamda neredeyse 20 milyon dolar para harcayıp medya yayınlarını inisiyatifle ilgili yalanlar ve kamuyu yanlış yönlendiren reklamlar dolduruyorlar.1 Yine de, son anketlerde Kaliforniyalılar'ın GD gıdaların etiklenmesi taleplerindeki azimden yürekleniyorum.

Belki daha da önemlisi, insanların bu teknoloji hakkında ciddi sorular sormaya başlamaları ve onun gıda ve tarım sistemlerimizdeki yerini sorgulamalarını. Sonunda genetik mühendisliği, böcek ilaçları, sağlığımız, haklarımız ve ne yeyip gıdamızı nasıl yetiştireceğimizle ilgili karaları kimin alacağına dair nitelikli bir kamusal tartışma yürütüyoruz: Şirketler mi, topluluklar mı? Doğru, bu tartışmaları 16 yıl önce GD tohumlar kamu kurumları tarafından yeterli güvenlik ve verimlilik testleri olmaksızın pazara sürülürken de yapmıştık. Ama şimdi, burası, başlamak için hala iyi bir nokta.

Marcia Ishii-Eiteman, kıdemli bir bilim insanı ve Pesticide Action Network'ün Sürdürülebilir Gıda Sistemleri Programı'nın yöneticisi. 1996'da PAN'a katılmadan önce Marcia 14 yıl boyunca Asya ve Afrika'da çalıştı. Güneydoğu Asya'da ekolojik böcek yönetimi için çiftçi tarla okulları kurdu ve sürdürülebilir tarım ve topluluk temelli kırsal kalkınma projeleri yürüttü. Tayland-Kamboçya ve Somali-Etiyopya sınırlarında kadın sağlığı, okuryazarlık ve kaynak korunumu projeleri geliştirdi. Marcia'nın Cornell Üniversitesi Ekoloji ve Evrimsel Biyoloji alanından doktorası, Yale Üniversitesi Kadın Çalışmaları'ndan ise lisans derecesi var. Kapsamlı olarak gıda ve tarımın ekolojik, toplumsal ve politik boyutları hakkında yazılar yazdı ve ayrıca BM sponsorluğundaki Kalkınma için Tarımsal Bilgi, Bilim ve Teknoloji Uluslararası Raporu'nun yazarlarından.


1  Medya manipülasyonuyla ilgili daha fazla bilgi için bkz. Halkın Menfaatleri Çerçevesinden Bir Wikileaks İncelemesi ve bu yazının özellikle Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Organik Aydınlar kısmı. [editörün notu]

Saturday, October 13, 2012

BM raporu: Tropiklerde Ağaçsızlaştırma, Örgütlü Suçlar için Yükselen Sektör


Bu yazı, Veronique Greenwood ve Valerie Ross'un Discover Magazine'deki 80beats blogunda 2 Ekim 2012 tarihinde yayınlanan “UN Report: Tropical Deforestation is a Booming Business for Organized Crime” başlıklı yazısının serbest çevirisidir.

Rapordaki bu tablo, Endonezya'da elde edilen kerestede imkansız bir artış olduğunu gösteriyor, muhtemelen bu kerestenin çoğu yasal plantasyon kisvesi altında kesilen yağmur ormanları ağaçlarından geliyor.

Tropik yağmur ormanları – devasa karbon depoları, bölgesel havanın emekçileri, milyonlarca türün ev sahipleri, yeni ilaçların kaynakları – canlılarken, ölü olmalarına kıyasla çok daha fazla şey sunuyor; kereste kanser tedavisinde veya küresel sıcaklığın düşük tutulmasına pek işe yaramıyor. Yine de ağaçsızlaştırma sürüyor, hatta yağmur ormanlarında keresteciliği yasadışı kılacak kanunlar çıkarmak da en kötü saldırganları yıldıracağa benzemiyor. Her ne kadar kimi tahminlere göre ağaçsızlaşma azaldıysa da, Birleşmiş Milletler Çevre Programı ve INTERPOL'ün yeni bir raporu [pdf] gösteriyor ki bu azalmanın sebebi basit: yılda 30-100 milyar dolarlık bir yasadışı kerestecilik piyasasını elinde tutan suç kartellerinin yaptıklarını daha iyi örtbas ediyor olmaları. Görünen o ki, “kara” odun denilen piyasa serpiliyor.

Rapor, yasadışı keresteciliğin nasıl çalıştığını ayrıntılı bir şekilde betimliyor ve bunu kolaylaştıran toplumsal ve hükümetle ilgili faktörlerin analizlerini sunuyor. Yasadışı odunu ülke dışına çıkarmanın en kolay yollarından biri, örneğin, yasalara uygun bir plantasyondan gelen odunların arasında kaydırmak. Bunun anlamı, yukarıdaki tabloda da görülebileceği üzere, yasal plantasyonlardan gelen odun miktarının beklenenin çok üstüne çıkabileceği. Tüm bu hilelerin sonucunda kimi tropik ülkelerden çıkan odunun %50-90'ı gayrimeşru oluyor. Esasında, şu anda uluslararası kereste pazarının %15 ila %30'u yasadışı kesilmiş odunlardan oluşuyor.

Çoğunlukla, sürecin bütün aşamalarındaki insanlar (yerel halktan ormancılara, plantasyon sahiplerinden yabancı yatırımcılara, alt veya üst düzeyde hükümet yetkililerine kadar herkes) suç ortağı. Rapora göre, ormanları korumak için topluluklara ödeme yaparak ormanların sağladığı karbon depolama, suyu filtreleme gibi hizmetleri tazmin etme fikri, eğer yasadışı kerestecilerin ödeyebileceklerinden daha fazlası verilmiyorsa işe yaramayacak.

INTERPOL geçtiğimiz günlerde hayata geçirdiği LEAF Projesi'yle (LEAF: Law Enforcement Assistance for Forests) bireysel keresteciler yerine kartel liderlerine odaklanarak yasadışı kerestecilikle mücadele etmeyi amaçlıyor. Onlara bol şans dileyin; zira böyle bir düşmana karşı şansa ihtiyaçları olacak.

Thursday, October 4, 2012

The Imperialist Intervention in Syria to Launch Officially: Turkey Authorizes Military Action in Syria


This short news item is a collection of breaking news from Turkey, reporting the recent developments about the Syrian conflict. Please check the Syria label for further analyses. Turkish references are given by an asterisk whereas English or nonverbal references are embedded in the text.




  Taksim square, Istanbul. October 4th, 19:30
What's happening in Turkey?

Months-lasting efforts of imperialism bore fruit. Practically in the night of October 3rd and formally in the morning of October 4th, Turkey declared war on Syria.

There were numerous peace demonstrations all around Turkey in the afternoon of October 4th. In Ankara, some one thousand protesters were attacked by the police with teargas and pressurized water.

In the Taksim Square, Istanbul, thousands of people gathered upon the call  of socialist parties. The call was further supported by many groups including women's movements, LGBT organizations and popular student movements. The main slogan of the demonstration was “We will not be the soldiers of imperialism. We will stop AKP's war policies.”

The demonstrators stated that they do not want a “war government”. They argue that the recent Akçakale incident happened due to AKP's war policy. As was highlighted by Patrick Cockburn in The Independent, the protesters also state that AKP “has become the chief instrument of American policy towards Syria in the past year.”

Facts and Non-facts

  • On October 3rd, the bordering town Akçakale was hit by a shell coming from the Syrian side, killing 5 people.
  • Contrary to the organized misinformation, it is not yet known whether a howitzer or a cannon shot the town.* While the Free Syrian Army (FSA) might also have howitzers, mass media declares it to be a cannon shell and therefore originating from the Syrian government forces. The question of creating an excuse for the invasion was addressed by an opposition parliamentarian, İlhan Cihaner.*
  • The Syrian Information Ministry stated that they started an investigation on the source of the gunfire, sending their condolences to the family and friends of “the martyrs”.
  • The US immediately condemned the incident. NATO declared that it clearly takes side with Turkey.* Russian Foreign Ministry demanded Syria to admit that it was an accident and to apologize, yet reminded that the Western countries did not condemn the recent terrorist attacks in Syria.*
  • While the Turkish army stroke Syrian targets the whole night, the AKP government prepared a bill for the authorization of cross-border military action.
  • The parliament approved the authorization by 320 to 129. The bill was supported by the nationalist party, MHP. As the Turkish parliament has 549 seats, this means that a considerable number of the Yes camp decided to stay away.
  • The authorization is for one year and it authorized the Turkish army to be sent and assigned to “foreign countries”, not necessarily restricting the actions to Syria.* This caused controversies in the parliament.
  • The parliamentary discussions were closed to media and public attendance. The government MP Nurettin Canikli asked to the opposition whether they are on Assad's side or on Turkey's side. The opposition MP Muharrem Ince responded “To hell with Assad” and added: “Are you on Turkey's side or on Obama's side?”
  • NOT MY WAR!
  • Selahattin Demiraş from BDP, the most radical left-wing party in the parliament at the moment, commented that the Akçakale incident seemed like a hurriedly organized massacre to legitimize attacks on Syria.*
 
Political background

For a long time, the camps the Turkish government established for Syrian refugees were highly controversial. Especially Apaydın Accommodation Facilities near Antioch, where the militants of FSA are sheltered, raised public concern and heavy criticism. Parliamentarians and journalists were not allowed to visit the camp. It was claimed that Syrian rebels were working in collaboration with Turkey. This claim was later confirmed by a commander of FSA, who said they were receiving battle trainings on the Turkish border.

The locals from Samandağ have been disgruntled. Peace demonstrations in the region were oppressed by local authorities on the ground that they could not protect the demonstrators from FSA militants. It was further observed by the locals that the so-called Syrian dissenters included militants of Al-Qaeda, Taliban and the Muslim brotherhood. The locals also spotted another group called “The Soldiers of Damascus”, which is a hired army controlled by the Turkish government. They further reported their concerns about blond, blue-eyed English-speaking men swarming around like inspectors.

As was observed in the last crisis in June when a Turkish aircraft was claimed to be shot down by Syria, the propaganda of the Turkish government did not suffice to form public consent for another war.

Yet the ruling class in Turkey has already made its mind to make Turkey an active regional leader in the Middle East; the translation of which to our language is that Turkish government would play a leading role on behalf of imperialism, instead of being a passive country that just allowed soldiers pass its land, as it has been in the Iraq war. If this is what is meant by development; yes, Turkey has developed quite a lot.