Sunday, September 30, 2012

Köylülerin topraklarını geri almasına yardımcı olan avukat Honduras'ta öldürüldü


Bu yazı Latin American Herald Tribune gazetesinin “Lawyer who helped peasants recoverlands murdered in Honduras” başlıklı haberinden çevrilmiştir.

Colon'da topraklarını geri alma girişiminde bulunan köylülerin avukatlığını yapan Honduras'lı avukat Antonio Trejo'nun, Tegucigalpa'da kimliği belirsiz kişilerce öldürüldüğü duyuruldu.

Trejo, köylülerin topraklarını geri almalarına yardımcı olan MARCA (Movimiento Autentico Reivindicador Campesino del Aguan) Aguan Köylülerinin Özgün Arazi Mücadeleleri Hareketi hukuki danışmanıydı. Honduras'taki Gözaltında Kaybedilenlerin Yakınları Komitesi (Committee of Relatives of Disappeared Detainees-Cofadeh) Trejo'nun geçtiğimiz Cumartesi Toncontin Uluslararası Havaalanı yakınlarında vurularak öldürüldüğünü duyurdu.

Haberin yerel medyada çıkan versiyonlarına göre Trejo, Cumartesi günü havaalanı yakınlarında katıldığı bir nikah töreninde telefonuna gelen bir aramayı cevaplamak için dışarı çıktığı sırada, kendisini bekleyen tetikçiler tarafından vuruldu. Escuela Devlet Hastanesi'ne kaldırılan Trejo kurtarılamadı.

Trejo, bir kısmı MARCA üyesi olan köylülerin topraklarını geri almak için gerçekleştirdiği başkentteki bir protesto gösterisinin ardından Ağustos ayında mahkeme önüne çıkarılmıştı. Polisler gösteriye müdahalede bulunmuş, pek çok gösterici çıkan arbedede yaralanmıştı.

Yıllarca köylülerin topraklarının geri verilmesi için mücadelede bulunan Trejo, geçtiğimiz Haziran ayında, köylülerin topraklarını 18 yıldır ellerinde bulunduran arazi sahipleri Miguel Facusse ve Rene Morales karşısında zafer kazanmıştı.

18 Temmuz'da Cofadeh merkezinde bir konuşma veren Trejo, arazi sahiplerinin nüfuzlarını kullanarak temyiz mahkemelerini köylülerin lehine verilen karardan döndürmeye çalıştıklarını belirtmişti.

Honduras'ın en verimli alanlarından biri olan Bajo Aguan'da köylüler hükümetten toprak istiyorlar. Bölge sık sık, yerel arazi sahiplerinin güvenlik güçleri ve tarım işçileri arasındaki çatışmalara sahne oluyor. Geçtiğimiz üç yılda 60'tan fazla kişi bu çatışmalarda öldürüldü.

Hükümetin arazi sahipleriyle, bir bölümüne Afrika palmiyesi ekilmek ve bu palmiyelerden elde edilen yağ köylülere geri dönmek üzere 4000 hektarlık toprağı almak için anlaşma imzaladı. Ancak buna rağmen bölgedeki şiddet durulmadı.

Honduras yetkilileri, bölgedeki çatışmaların kendilerini köylü olarak tanıtan silahlı suç çeteleri tarafından provoke edildiğini belirtiyor.

Friday, September 28, 2012

Rio Yeryüzü Zirvesi: Trajedi, Maskaralık ve Gırgır


Mart 2011'de Guardian'a Rio+20 zirvesinin hazırlık toplantıları hakkında yazan ETC Group'tan Jim Thomas'a göre; “Yeryüzünü kurtaracak bir plan yapmak bir yana, zirveden çıkabilecek şey olsa olsa canlı dünyayı bankerlerin ve mühendislerin dalaverelerine teslim edecek bir anlaşma olabilir. Kuzey ülkeleriyle güney ülkeleri arasındaki gerilim hali hazırda artıyor … ve 'yeşil ekonomi'nin ya greenwash (yeşil yıkama1) ekonomisini ya da eski dostumuz 'açgözlülük' ekonomisini2 getireceğine dair şüpheler tırmanıyor.”

Bu yazı, Anne Petermann'ın Eylül 2012'de Z Magazine'de yayınlanan “Rio Earth Summit: Tragedy, Farce and Distraction” başlıklı makalesinin çevirisidir. Global Justice Ecology Project'in yetkili müdürü olan Anne Petermann ayrıca Durban Group for Climate Change ve Climate Justice Now! hareketlerinin kurucuları arasındadır.


12 Haziran'da, tarihi “Rio Yeryüzü Zirvesi”nin 20. yıldönümünde, BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı (Rio+20) için Rio de Janeiro'ya uçarken, Financial Times'ta “Suudi Arabistan Daha Fazla Randıman için Sıkıştırınca OPEC'te Restleşme Ufukta” başlıklı bir makale okudum. Makale, Suudi Arabistan'ın OPEC'e (Organization of the Petroleum Exporting Countries – Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı), “yüksek petrol fiyatlarının küresel ekonomi üzerindeki etkisini hafifletmek” için petrol randımanlarını arttırmaları ve varil fiyatını 100 doların altında tutmaları için baskı yaptığını anlatıyordu.

Makale, küresel ekonominin sağlığını güvence altına almak için petrol üretiminin arttırılması gerektiğini belirtiyordu. Bildiğimiz üzere bu, iklim krizini daha da kötüleştirecek. Böylece makalenin paketleyip bize sunduğu mesaj, küresel ekonominin ancak gezegenin yaşam destek sistemlerini yok ederek serpileceğiydi.

Rio Yeryüzü Zirvesi'nde de, Mayıs 2010'daki ilk hazırlık toplantısından beri müzakereleri kutuplaştıran ve paralize eden sözde “yeşil ekonomi” tekliflerinin altındaki mantık da buydu. 

Rio+20 zirvesinde, sanayileşmiş ülkeler ve çokuluslu şirketler, IMF ve Dünya Bankası'nın da eşliğinde, yeşil ekonominin geliştirilmesini şiddetle talep ettiler – yani, küresel kapitalizm sebebiyle oluşan ekolojik yıkımın bizzat kendisini kullanarak “çevresel hizmetler”i alınıp satılabilir metalara çevirmeyi ve böylece yeni pazarlar yaratmayı. Bu yeni pazarlar, küresel ekonomiye dayanak olarak, eski tas eski hamamın yeşil-yıkanmış bir versiyonunu sağlayacaklar.

El değmemiş doğal ekosistemlerin sağladığı “çevresel hizmetler”e (bunların içinde karbon depolama, hava ve suyun saflaştırılması, biyoçeşitliliğin korunması da var) pazarda bir parasal değer verilecek, böylece bunlar satın alınabilecek ve güya korunacak. Halbuki gerçekte bu, şirketlerin bir bölgedeki ekosistemleri yok edip başka bölgelerdeki denk ekosistemlerin korunmasını satın almalarına izin verecek.

Bu şemanın diğer bariz yan etkisi ise, “çevresel hizmetler”e ekonomik bir değer verildiğinde, bu hizmetleri sağlayan ekosistemler nadirleştikçe fiyatlarının artması ve yatırımcılarının kâr edecek olması. Küresel ekonomi doğal kaynakları sermayeye (yani ormanları kağıda) dönüştürmek üzerine kurulu olduğundan, nadirlik garanti altına alınacak. Dahası bu şema, ancak bu hizmetleri sağlayan ekosistemler özelleştirilirse çalışacaktır.

Böylece yeşil ekonomi, gezegenin son el değmemiş ekosistemlerinin (ormanların, sulak arazilerin, çayırların vb.) özelleştirilmesini ivmelendirecek zemini hazırlıyor ve bu topraklara bağımlı olan ve geleneksel olarak onları korumuş olan toplulukları da devre dışı bırakıp tahliye ediyor. Tıpkı spekülatif ve yağmacı ipotek (mortgage) şemasının sebep olduğu el konmalar ve kriz gibi, bu yeşil ekonomi de küresel bir el koymaya (toplulukların ve halkların, yani doğa üzerindeki özelleştirmenin ve spekülatif ticaretin mağdurlarının, kitlesel olarak yerlerinden edilmelerine) yol açacak.

BM Rio+20 konferasının salonlarında yeşil ekonominin ihtilaflı doğası sebebiyle çok az anlaşmaya varılabildi. Kuzey-Güney ayrımında şemanın bariz eşitsizliğinin yanı sıra; patlayan ekonomilere sahip Çin gibi ülkeler, karbon vergisi gibi önlemlere bunların ticarete engel olacağını düşünerek karşı çıktılar.


Yeşil Ekonomi = Ticaretin Serbestleşmesi

Forbes Magazine'de 22 Haziran'da yayınlanan bir makale şöyle diyor: “Sürdürülebilir kalkınma politikası tartışmalarındaki ilginç gelişmelerden biri de, uluslararası ticaret politikasının rolündeki değişim oldu. 1999 Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) bakanlar toplantısındaki ayaklanmalardan bugüne çok yol katettik. Şimdi Rio+20'de anlaşmaya varılan metinde … uluslararası ticaret, sürdürülebilir bir geleceği 'yaşama geçirmenin araçlarından biri' olarak görülüyor. Hükümetlerimiz ticaretin önemi konusunda oldukça netler: 'Yeniden teyid ediyoruz ki uluslararası ticaret, kalkınmanın ve sürdürülen ekonomik büyümenin bir motorudur. Ayrıca yeniden teyid ediyoruz ki evrensel, kurallı, açık, ayrımcı-olmayan ve adil bir çokyanlı ticaret sistemiyle beraber ticaretin serbestleşmesinin oynayacakları rol, dünya genelinde ekonomik büyümeyi ve kalkınmayı canlandıracaktır ve böylece de kalkınmanın tüm evrelerindeki ülkelere yararı dokunacak ve onları sürdürülebilir kalkınma yolunda ilerletecektir.'”

Ticaretin serbestleşmesinin ve sürdürülen ekonomik büyümenin sürdürülebilir kalkınmanın lokomotifi olduğuna dair bu vurgu, Rio+20'nin yerel halklar, sivil toplum kuruluşları, çiftçiler ve diğer etki grupları tarafından neredeyse evrensel olarak suçlanmasının ana sebebiydi.

George Monbiot Guardian'da çıktıları şöyle bildirdi: “... [çıktılar] bizi hiçbir yere götürmüyorlar … deklarasyon, maaş günündeki kredi reklamı kadar anlamsız yavanlıklarla dolu. Burada üzerinde çalışılabilecek hiçbir şey yok. Ne bir program, ne bir aciliyet hissi, ne de önceki gevşek deklarasyonlarda anlaşmaya varılmış yetersiz ölçütlerin ötesine geçmek için bir çağrı. Görünen o ki 190 hükümet, özünde, çokyanlılığı boşvermiş, dünyayı boşvermiş, bizi boşvermiş durumda.”

İngiltere'nin “yeşil şirketler” internet sayfası BusinessGreen daha iyimserdi. 25 Haziran'da, Rio+20 ekonomik ve çevresel değişimleri tek başına silip süpüremeyecek olsa da, yeşil büyüme gündeminde bir dönüm noktası olabileceğini bildirdiler. Sürdürülebilirlik ve iklim değişimi için küresel başoyunculardan PricewaterhouseCoopers'tan Malcolm Preston, zirvede “BM liderlerinin yeşil ekonominin inşası için sorumluluk asasını iş dünyasına devrettiğini” söyledi.

Sorumluluğun hükümetten sanayiye geçişi, Rio'da, resmi müzakerelerin dışındaki, sanayi sponsorluğunda yapılan etkinliklerde kolaylıkla görülüyordu. Bu etkinliklerin odağında, ikiyönlü yerel yönetim anlaşmaları ile yeşil ekonomi ve diğer “yeşil” ticari şemalar üzerine “kamu-özel ortaklıkları” kurulması vardı.

Avoided Deforestation Partners'ın3 evsahipliği yaptığı böyle bir etkinlikte, içinde Coca Cola ve Unilever'in yöneticilerinin de, Galler Prensi, Dr. Jane Goodall, ABD İklim Değişimi Delegesi, Jonathan Pershing ve Sir Richard Branson gibi ünlülerin de bulunduğu Consumer Goods Forum4 sunuldu.

Consumer Goods Forum, toplam satışları 3 trilyon doların üzerine çıkan 650 şirketten oluşan küresel bir sanayi ağı. Etkinlik boyunca, hükümetin 2020'ye kadar arz zincirlerinde sıfır net ormansızlaştırma için Consumer Goods Forum'la ortaklaşacağı duyuruldu.

Bu afilli hedefle ilgili olarak Gears of Change Youth Media Project'ten5 Keith Brunner şunları söyledi: “Sanayi, eski tas eski hamam devam etmek üzere sivil toplumun kaygılarını asimile etmekte olağanüstü etkili oldu. Örneğin, Consumer Goods Forum'un 'sıfır net ormansızlaştırma'dan kast ettiği, dünyanın biyoçeşitliliği zengin ormanlarını kesmeye devam etmek, bir yandan da onları yıkıcı endüstriyel ağaç fidanlıklarıyla ikame etmektir. Onların gözünde ağaç ağaçtır, toplulukları veya biyoçeşitliliği sürdürüyor olup olmadığı önemli değildir.” Esasında, endüstriyel ağaç fidanlıkları ormanlara, mısır tarlaları yerli çayırlıklara ne kadar benziyorsa o kadar benzerler.

USAID6 elçisi Donald Steinberg, Rio'da dışarıda yapılan sanayi buluşmalarının öneminin altını çizdi. “Bunlar yan etkinlikler değildirler. Bunlar ana etkinliklerdir.” dedi.

Virgin Groups'un kurucusu ve biyoyakıtların en büyük savunucularından Richard Branson, Der Spiegel'de sanayinin rolüne vurgu yaptı: “İklim korunmasına bakmanın bir yolu ona bir ticari model gibi yaklaşmaktır, çünkü iklim değişimini durdurmak için tek seçeneğimiz sanayinin ondan para kazanmasıdır.”


Yeşil Ekonomi, Redd Ekonomisidir.

Bu yeşil ticari modelin mihenk taşı, REDD şeması: Reducing Emissions from Deforestation and Forest Degradation (Ormansızlaştırmaya ve Ormanların Bozulmasına Dayalı Salımların Azaltılması). Başlangıçta BM tarafından geliştirilen ve sonradan Dünya Bankası'nın üstelediği REDD, BM süreci içinde, toplumsal ve ekolojik etkileri ve karbon pazarından başka neyle fonlanacağının belirsizliği sebebiyle ciddi itirazlarla karşılaştı. Bunun yerine, BM dışında, yerel yönetimler düzeyinde REDD anlaşmaları ilerliyor: örneğin Kaliforniya, Chiapas (Meksika) ve Acre (Brezilya) arasında.

Rio'da bir tam gün süren başka bir etkinlik, Center for International Forestry Research7 (CIFOR) ve the Governors’ Climate Change Task Force8 (GCF) sponsorluğunda yapıldı. Odakta, benzeri REDD projelerini desteklemek ve özel sektör yatırımlarını tezleştirmek vardı. Kilit rolde ormanlara sahip ülkelerin (Brezilya, Endonezya, Meksika vd.) hükümet liderleri de oradaydı, Google ve Wildlife Works gibi özel şirketler de. Hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde etkinlikte, bu ülkelerde yaşayan, REDD politikalarından doğrudan etkilenecek olan ve onları en şiddetle suçlayan yerli halklardan ve yerel topluluklardan kimse yoktu.

15 Haziran'daki bir basın açıklamasında REDD'e Karşı ve Yaşama Taraf Yerli Halklar İttifakı REDD'i “yeni bir sömürgecilik dalgası” olmakla suçladı. REDD'in kirleten şirketlerin kirletmelerini azaltmak yerine karbon emen ormanlar satın almalarını sağladığını belirten Nahua Halkları'ndan Berenice Sanchez, şöyle konuştu: “REDD sadece kutsalları kirletmekle ve finansal spekülasyonu kamçılamakla kalmıyor, ayrıca Shell ve Rio Tinto gibi doğal maddeleri işleme endüstrilerine de yeşil yıkama işlevi görüyor.” İttifak uyarıyor: “Aldanmayın. Yeşil ekonomi ve REDD, gezegenin ele geçirilmesini oluştururlar. Rio+20 bir Yeryüzü Zirvesi değildir, Yaşamın DTÖ'leşmesidir.”

Büyük STK'lar şirketlerin kontrolü ele geçirmesine önayak oluyorlar. Avoided Deforestation etkinliğinde, International Union for the Conservation of Nature9 (ICUN) genel direktörü Julia Martin-LeFevre, doğayı korumanın yolunun “pazarların kapasitesinden, biyoçeşitlilik ve ekosistem hizmetleri için ödemeler [gibi stratejiler] yoluyla yararlanmak”tan geçtiğini anlattı. Ayrıca ICUN gibi büyük STK'ların da bu süreçte rol oynadıklarını ekledi: “Biz korunum organizasyonları, şirketlerle çok uygun düşeriz.”


Herkes İçin Sürdürülebilir Enerji İnisiyatifi

Böyle şeffaf olmayan ortaklıklara doğru ilerleyen inisiyatiflerden bir diğeri de Sustainable Energy for All Initiative (SEFA)10. SEFA, yenilenebilir enerji talebini sermayeleştiren kuşkucul bir teşebbüs olmakla suçlanageldi. Biofuelwatch'tan Almuth Ernsting, 20 Haziran'daki, karlı “yeşil” sonuçların vurgulandığı etkinliğe katıldı. Amerika Merkez Bankası Başkanı ve SEFA Eşbaşkanı Chad Holliday, SEFA'yı, yaklaşık 50 milyar dolarlık taahütü ve ilk bildirisini imzalayan 50 ülkeyle, “şimdiye kadarki en büyük kamu-özel ortaklığı” olarak niteledi.

Ernsting, “Etkinliğin başlığına rağmen, BM açıkça 'SEFA'da içkin olarak tüm seçeneklere açığız' dedi, yani fosil yakıt seçeneklerine de. SEFA sözcüsü, enerji üretiminin 'enerji açığını' karşılamak üzere ölçeklendirilmesi gerektiğini iddia etti.” dedi.

Ernsting, SEFA'da saklı olan anlamın tam olarak ne olduğu açıkladı: “Bir Norveç hükümeti sözcüsü, Norveç'in kalkınmakta olan ülkeleri petrol ve gaza duacı edecek 'Kalkınma için Petrol' şemasını övdü. Afrika'nın büyük gaz kaynakları varmış ve Norveç bunların sömürülmesine cömertçe yardım etmeyi öneriyormuş. Norveç ayrıca büyük HES'ler için de eşit derecede önemli bir rol görüyor: 'Büyük HES'ler kolaylıkla idare edilebilen … ve Afrika'nın sahip olduğu büyük bir enerji kaynağı. Özel sektör bu alana daha çok yatırım yapmalı ve Norveç bir kez daha yardıma hazır.' Norveç SEFA taahütlerinin kilit fon sağlayıcılarından olduğuna göre, büyük HES'leri yenilenebilir enerjinin kilit türü seçmeleri, şüphesiz SEFA aracılığıyla daha çok büyük baraj yapılmasıyla sonuçlanacaktır.”


Ernsting, tahrip edici büyük-ölçekli hidroelektrik santralleri ve fosil yakıtlardan başka, SEFA'nın endüstriyel biyoyakıtları da desteklediğini belirtiyor ve ekliyor: “önümüzdeki onyıllar içinde, [SEFA] milyonlarca insanın daha topraklarından edilmelerine, geniş çapta bir gıda egemenliği kaybına, çevresel tahribata, ayrıca da daha yıkıcı iklim değişimine yol açabilir.”



Gerçek Çözümler

Sivil toplum karşılık veriyor. Şirket-olmayan kişilerin kritik karar alma süreçlerinde git gide daha az söz sahibi olması, BM İklim Değişimi ve Biyolojik Çeşitlilik Konvansiyonları'nda kitlesel protestolara yol açtı. Bu da bu etkinliklerin topyekün askerileştirilmeleriyle ve böylece BM'nin her geçen gün daha da DTÖ gibi görünmesiyle sonuçlandı.

The Cupola dos Povos – Rio'daki alternatif Halkların Zirvesi – 15 Haziran'da başladı ve tüm konferans boyunca devam edip 23 Haziran'da sona erdi. Dünyanın dört bir yanından onbinlerce kişi Halkların Zirvesi'ndeki çalıştaylara ve panellere katılarak dünyanın en ciddi krizlerinden bazılarına nasıl yanıt verileceğiyle ilgili stratejiler tartıştı. Bu etkinlikler gerçek, adil ve hakikaten ekolojik çözümleri aramak ve tanımlamak üzere organize edildi.

Halkların Zirvesi'nde neredeyse her gün yürüyüşler de vardı, bunların en büyüğü 20 Haziran'daydı. Bu yürüyüşün ana temaları, Brezilya'nın Amazon'daki ormansızlaştırmayı ve yerinden etmeleri ivmelendirmeye kapı açan yeni orman yasası ve Xingu nehri üzerine inşa edilmekte olan Belo Monte barajına karşı bildirilerdi. Belo Monte barajı dünyanın en büyük üçüncü hidroelektrik projesi olacak, 20.000'e yakın insanı yerlerinden edecek ve bu arada Brezilya'da 600 kilometrekare yağmur ormanını su altında bırakacak. Rio+20 zirvesinde 18 Haziran günü yerli halklar geçici olarak yapılmış topraktan barajda devasa bir hendek açıp nehrin yeniden akmasını sağlayarak protesto ettiler.

Halkların Zirvesi sonunda üretilen deklarasyon, toplumsal değişim için küresel mücadelenin muhtelif unsurlarının birleşmesinin önemine vurgu yaptı: “Halkların Zirvesi, küresel mücadelelerin gidişatında yeni bir döngünün başlangıcını sembolize eden bir andır. Kadınların, Yerli Halkların, Afrika kökenli insanların, gençliğin, ailelerin, köylü çiftçilerin, işçilerin, yoksulların ve Quilombos gibi geleneksel toplulukların, şehirlerde hakları için mücade edenlerin ve dini grupların arasında bir yakınlaşma yaratmıştır.”

Yine Rio+20 zirvesi sırasında tüm dünyadan yerli halklar Kari-Oka II buluşmasında bir araya geldiler. Narco-News'tan Brenda Norell şöyle açıklıyor: “Zirvede dünya liderleri doğadan kar etmenin yollarını ararken Yerli Halklar, ordunun çevrelemiş olduğu Kari Oca II'de kendi kamplarını yapıyorlar ve Kari-Oca II Deklarasyonu'nu ürettiler … dünyanın en büyük kirleticilerinin kirletmeye devam etmelerine ve doğadan kar etmelerine izin veren sahte karbon pazarı şemalarının durdurulmasını talep ediyorlar: 'Bizler Birleşmiş Milletler'in, hükümetlerin ve şirketlerin iklim değişimine yönelik büyük HES'ler, GDO'lu ağaçlar dahil genetiği değiştirilmiş organizmalar, büyük çiftlikler, zirai yakıtlar, biyoenerji, biyoyakıt, biyokömür, jeo-mühendislik, karbon pazarı, Temiz Kalkınma Mekanizmaları ve REDD+ gibi geleceği ve bildiğimiz anlamda yaşamı tehlikeye sokan yapmacık çözümleri terk etmelerini talep ediyoruz.

'Yapmacık çözümlerin Yeryüzü'nün dengesini yok etmesine, mevsimleri katletmesine, şiddetli hava yıkımları oluşturmasına, hayatı özelleştirmesine ve insanlığın hayatta kalışını tehdit etmesine izin veremeyiz.

'Yeryüzünün varisleri olarak gençlik, önceki nesillerin uğruna mertçe savaşmış oldukları doğal kaynaklardan kalan ne varsa savunmaya devam etmekte yaşamsal bir rol oynamaktadır. Onların eylemleri … daha küçük kardeşlerinin ve sonraki nesillerin geleceğini tayin edecektir.

'HES'lere ve suyumuzu, balığımızı, biyoçeşitliliğimizi ve gıda güvenliğimize katkı koyan ekosistemleri etkileyen diğer tüm enerji üretme biçimlerine karşı mücadeleye devam edeceğiz. Topraklarımızı monokültür ekimlerin, doğal kaynakları sömürücü sanayilerin ve diğer çevresel olarak yıkıcı projelerin zehrinden korumak için, yaşam tarzlarımızı sürdürmek için, kültürlerimizi ve kimliklerimizi korumak için çalışacağız. Geleneksel bitkilerimizi ve tohumlarımızı korumak için, kendi ihtiyaçlarımızla Toprak Ana'nın ihtiyaçları ve onun yaşamı sürdürme kapasitesi arasında dengeyi muhafaza etmek için çalışacağız. Dünyaya bunun yapılabilir olduğunu ve yapılması gerektiğini göstereceğiz. Her durumda, dünyanın her köşesinden Yerli Halklar'ı ve iyi niyetli yerli-olmayan dayanışmaları bir araya getirip, gıda egemenliği ve gıda güvenliği mücadelemiz için bir dayanışma örgütleyeceğiz.

'Yeryüzünün bir parçası olarak yeryüzüyle denge içinde geleneksel yaşam tarzlarını sürdüren Yerli Halklar, karşılaştığımız sayısız kriz için çözüm arayışlarımızda bize ilham verebilir.'”



1“Brainwash” (beyin yıkama) sözcüğünden türetilen “greenwash”, şirketlerin, devletlerin ve kurumların, çevresel sorumluluğa sahip olduğu imajını vurgulamak amacıyla yaydığı yanlış bilgi ve propaganda için kullanılıyor.
2Yazar “green economy” (yeşil ekonomi) ile “greed economy” (açgözlülük ekonomisi) arasında kelime oyunu yapıyor.
3Ormansızlaştırmadan Kaçınma Partnerleri
4Tüketici Malları Forumu
5Değişimin Vitesleri Genç Medya Projesi
6United States Agency for International Development: ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı
7Uluslararası Orman Araştırmaları Merkezi
8Valilerin İklim Değişimi Çalışma Kolu
9Doğanın Korunumu için Uluslararası Birlik
10Herkes İçin Sürdürülebilir Enerji İnisiyatifi

Saturday, September 22, 2012

'Eşi benzeri görülmemiş', 'Hayret verici', 'Golyat': Bilim İnsanları Kuzey Buz Denizi'ndeki Buz Erimelerini Tasvir Ediyorlar.


Bu haber, Common Dreams ekibi tarafından 7 Eylül 2012'de yayınlanan “'Unprecendented,' 'Amazing,' 'Goliath': Scientists Describe Arctic Sea Ice Melt” başlıklı makalenin çevirisidir.

Kuzey Buz Denizi'ndeki buz seviyeleri 26 Ağustos'ta kırılan rekor seviyenin de altına inmeye devam ediyor.

Kuzey Buz Denizi'ndeki buz erimelerinden dudağı uçuklayan bilim insanları, seviyedeki rekor düşüşleri “hayret verici”, “bir Golyat”1 ve “eşi benzeri görülmemiş” olarak tasvir etti. 26 Ağustos'ta bir düşük seviye rekoru kaydedildikten sonra buz seviyesi düşmeye devam etti ve Ulusal Kar ve Buz Verileri Merkezi erime mevsiminin bir hafta daha süreceğini bildiriyor.

Bilim insanları, kuzey kutbu buzlarındaki erime hızının sersemletici olduğunu söylüyorlar. Norveç Kutup Enstitüsü uluslararası müdürü Dr. Kim Holmen BBC'ye “20 yıl, hatta 10 yıl önce bile hayal edebileceğimizden dahi daha büyük bir değişim bu.” şeklinde konuştu. “Dudağımız uçukladı. Sistemle ilgili anlayışımızı gözden geçirmeliyiz, bilimimizi gözden geçirmeliyiz ve çevremizdeki doğa ile ilgili hislerimizi gözden geçirmeliyiz.”

New York Şehir Üniversitesi'nin Kriyosferik (Buzul Küre ile ilgili) Süreçler Laboratuvarı müdürü jeofizikçi Marco Tedesco da, Wall Street Journal'a verdiği demeçte “Bu yılın erime mevsimi bir Golyat'tır. Hızla buz kaybediyoruz.” dedi.

Bu bilim insanları hiç umulmadık şeyler söylemiyor.

Yeraltında Hava'nın kurucularından Dr. Jeff Masters'ın yazdığına göre, “Kuzey Buz Denizi'ndeki buzları takip eden başlıca bilimsel kuruluşların hepsi en düşük buz yüzeyi, kapsamı ve hacmi için yeni rekorlar kırıldığında anlaşıyor. Bu kurumlar arasında Washington Üniversitesi Kutupsal Bilim Merkezi (en düşük buz hacmi rekoru), Norveç'ten Nansen Çevresel ve Uzaktan Algılama Merkezi ve Illinois Üniversitesi The Cryosphere Today de var.”

Ulusal Kar ve Buz Verileri Merkezi'nin 1979'dan beri gerçekleşen erimeyi resimlediği aşağıdaki grafik, buzla kaplı alanda her onyılda %10,2 azalma gösteriyor.

Masters ayrıca Kuzey Kutbu'ndaki erime rekorunun daha da geriye gidebileceğini ekliyor. Masters, “Yüzey buzlarının kapsamıyla ilgili uydu kayıtları 1979'dan başlıyor, gerçi Kinnard ve diğerlerinin yaptığı bir çalışma Kuzey Kutbu'nda böyle bir erimenin en azından 1450 yıldır görülmediğini gösteriyor.” yazıyor.

Norveç Kutup Enstitüsü'nde Kuzey Kutbu araştırmasına dahil olan bir başka araştırmacı, Dr. Edmond Hansen, erimenin tarihi seviyelerde olduğunu teyid ediyor ve BBC'ye bunun “hayret verici” olduğunu söylüyor:

Bir bilim insanı olarak, bunun eşinin benzerinin hemen hemen 1500 yıldır görülmediğini biliyorum. Hakikaten hayret verici... Bu, sistemde muazzam etkileyici bir değişim.”

Hansen “Bu kısa ömürlü bir hadiseden ibaret değil. Bu, süregelen bir durum. Sürekli daha çok buz kaybediliyor ve süreç ivmeleniyor. Sadece grafiklere ve gözlemlere bakın, neler olduğunu kendi gözlerinizle görebilirsiniz.” dedi.

Masters buz erimesinin iklim üzerinde ciddi etkisi olacağının altını çiziyor, çünkü beyaz kar ve buz güneş ışığını yansıtırken okyanuslar soğuruyor. Buz eridikçe ve daha çok denizimiz oldukça, kendimize “daha çok ve daha hızlı küresel ısınma için bir reçete” yarattığımızı yazıyor Masters.

Ağustos 2012'de Kuzey Kutbu'nda buzla kaplı alan 4.72 milyon kilometrekareydi. İşaretli alan aynı ay için 1979-2000 yılları arasındaki orta değeri gösteriyor. Coğrafi Kuzey Kutbu siyah çarpı işaretiyle gösteriliyor. (Referans: Ulusal Kar ve Buz Verileri Merkezi)


1Türkçe'de Câlût da denilen mitolojik savaşçı devle ilgili Wikipedia makalesi için tıklayın.

Saturday, September 8, 2012

İklim Değişiminin Muhtemelen Bilmediğiniz Beş Tuhaf (ve Korkunç) Sonucu - Alyssa Figueroa



İklim değişimi denince aklınıza havaların çıldırması geliyor, ama başka ürkütücü etkileri de var.

Bu yazı, Alyssa Figueroa'nın 23 Ağustos 2012'de AlterNet'te yayınlanan “5 Weird – and Terrifying – Consequences of Climate Change You May Not Know About” başlıklı makalesinin çevirisidir. AlterNet editörlerinden olan Alyssa Figueroa, Ithaca College gazetecilik ve siyaset bilimi bölümlerinden mezun.


İklim değişiminin berbat etkilerini düşündüğünüzde eminim gözünüzün önüne kuraklıklar, kasırgalar, tsunamiler ve depremler geliyor – ki bu mantıklı, iklim değişimi hava modellerinin hepten çıldırmasına yol açıyor. Ama çıldıran hava, kürenin ısındığını duyduğumuzda bizim genellikle düşünmediğimiz başka sonuçlar da doğuruyor. İşte size iklim değişiminin bu yazki 5 ürkütücü sonucunun bir listesi.


  1. Artan İntiharlar

Kuraklıklar yakın zamanda, ekinleri yok etmek ve gıda fiyatlarında sıçramalara yol açmanın yanı sıra başka bir endişe verici sonuçla daha ilişkilendiriliyor: intihar. Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayınlanan yeni bir çalışmada araştırmacılar, Avusturalya kırsalında, kuraklıklarla 30-49 yaş arası erkek intiharları arasında bir bağlantı buldular. New South Wales eyaleti için 40 yıllık kuraklıkla orada yaşayan erkeklerin intihar riskindeki %15 artış arasında bir bağlantı olduğu ortaya çıktı. Bu bağlantının 30 yaş altı erkeklerde de geçerli olduğu görülürken kadınlarda böyle bir bağlantı bulunmadı.

Bu çalışmanın araştırmaları Avusturalya'da yapılmış olsa da, kuraklıklarla intiharlar arasında önceden de bağlantılar kurulmuştu – özellikle de her yıl binlerce çiftçinin kendini öldürdüğü Hindistan'da. Aslına bakılırsa, geçenlerde yayınlanan bir makalede, Hindistan'da her 12 saatte bir çiftçinin intihar ettiği belirtiliyor.

ABD'de 1956'tan beri en büyük kuraklık gerçekleşiyorken bu korelasyondan kaygılanmak için sebeplerimiz var. Çalışmanın yazarlarının da dikkatimizi çektiği gibi “intihar, birbiriyle etkileşen birçok toplumsal, çevresel ve biyolojik etkenin yol açtığı karmaşık bir fenomen”. Bunun yanı sıra, bağlılaşım için de pek çok açıklama var. Yazarlar, kuraklık ekinleri yok ettiğinde çiftçilerin ve çiftçi topluluklarının çok para kaybettiklerini yazıyorlar. Ayrıca, hayvanlarının ve ekinlerinin mahvoluşuna tanıklık eden çiftçilerin zihinsel sıkıntı yaşadıklarını belirtiyorlar.

Yazarlar bize, eğer iklim değişimini durdurmak için ciddi olarak çalışmazsak rahatsızlık verici sonuçlarla karşılaşacağımızı hatırlatıyorlar. Özetlerini şöyle sonlandırıyorlar: “Kuraklıkla akıl sağlığı arasındaki ilişkilerin izahatı, iklim değişimine uyumun kolaylaştırılmasına yardımcı olacaktır.”


  1. Batı Nil Virüsü

Giderek ısınan hava ile binlerce sivrisineği toplayınca ne eder? Devasa bir Batı Nil virüsü salgını. Kuraklıklar dere sularının akışını durdurdukça, sivrisinekler durgun suda kusursuz yavrulama yerleri buluyorlar. Ayrıca sivrisinekler sıcakta daha hızlı olgunlaşırlar ve yavrularlar. Bu arada sıcak hava, virüsün kuluçka dönemini de kısaltıyor. Bütün bunlar virüsün hızla yayılmasına yol açıyor. Dahası, erken başlayan baharlar ve ılıman kışlar, yavrulama dönemini uzatıyor.

Center for Disease Control'e göre, Batı Nil virüsü ülke genelinde 1118 kişiye bulaştı ve 41 kişiyi öldürdü. 38 eyalette insan vakaları gözlemlenirken, insan ve hayvan vakaları 47 eyalette gözlemlendi. Teksas, özellikle de Dallas bölgesi, 586 kayıtlı vaka ve 11 ölümle, sert bir darbe aldı.


  1. Nehirlerin Engellenmesi

Mississippi nehrinde mal dağıtımı için ihtiyacınız olan bir numaralı şey ne? Su. Ama bu yaz nehir de kuraklıktan payını aldığından su seviyesinde rekor düşüşler oldu. Örneğin, Memphis'te su seviyesi normalin 3,5 metre altına indi. Bunun sonucunda bir tekne karaya oturduğu için nehrin 20 km'lik bir kısmı kısa bir süre önce kapatıldı. Nehrin kapatılması yaklaşık 100 botun ve mavnanın geçişini durdurdu. Nehir yollarındaki tıkanmaların ekonomi üzerinde yıkıcı etkileri olabilir. 2010'da Mississippi nehrinden geçen kargoların değeri 40 milyar doların üstündeydi.

ABD Ordusu Mühendisler Müfrezesi (USACE – the U.S. Army Corps of Engineers), bolca taraklama çalışması yaparak duruma müdahale etti ve çöküntüleri kepçe ile çıkarttı. Ancak, çoğunlukla fark ettiğimiz üzere, çevresel krizimizin üzerine bir yara banda yapıştırmak nadiren işe yarıyor. Taraklamanın, su ekosistemlerine hasar vermek ve bölgeye toksin dağıtmak gibi kendi çevresel etkileri var.

USACE, nehrin ağır mavnaların geçebileceği kadar derinleşmesini sağlamak çabasıyla taraklıyor. Nakliyeciler yüklerini hafifletmek zorunda kaldılar, ki bu yakıt ve emek masraflarını arttırır ve elbette pek sürdürülebilir değil.

Nehir sonradan açıldı ama nehir kıyısındaki birçok liman kapandı ve düşük su seviyelerinin Ekim'e kadar taşımacılığı etkilemesi bekleniyor.

Taraklama işleminin yüzbaşılarından Frank Segree “Nehir sistemini kaybetmek tıpkı eyaletler arası bir otobanı kaybetmek gibi olur... Ticaret ülkemizin hayati bir parçası. Bu da, ticaretin ana arterlerinden.” dedi.1


  1. Nükleer Santrallerin Kapatılması

Nükleer santraller çoğunlukla reaktörlerinin serinletilmesi için soğuk suya dayanırlar. Ama sıcak havalar su sıcaklığını arttırdıkça nükleer santraller buna karşılık vermek durumunda kaldılar. Connecticut'taki Millstone nükleer santrali, yakın zamanda, çevresindeki sular neredeyse 25 dereceye, yani reaktörün dayanabileceği 24 derecenin bir derece üstüne çıktığında kapatıldı.

Temmuz ayında İllinois'de, 36,7 dereceden daha soğuk suyla çalışacak şekilde tasarlanmış reaktörlere sahip bir nükleer santral, çalışmaya çevresindeki sular 38,9 dereceye ulaşmasına rağmen devam edebilmek için özel izin istedi. İzin, biraz da nükleer santral kapatıldığında ekipmanın soğutulması için soğuk suya ihtiyaç olması sebebiyle verildi.

Santralin sahibi Craig Nesbit, New York Times'a şöyle konuştu: “Dünyada en son yapmak isteyeceğiniz şey, güvenlik için bir tehdit oluşturmuyorken 2600 MW'lik bir nükleer santrali son 30 yılın en büyük sıcak hava dalgası sırasında kapatmaktır.”

Ortabatıda başka santraller de benzer sorunlarla karşılaştılar. Su sıcaklıkları kadar reaktörlerin borularının suyu çekmesine mani olacak derecede düşen su seviyeleri de sorunlara yol açtı.

Nükleer enerjiden daha sürdürülebilir girişimler yaratmaya odaklanmalıysak da, daha yeşil enerji projeleri de büyük enerji talebimizi karşılamakta zorlanıyor. Örneğin Kaliforniya'nın hidroelektrik santralleri bu yaz kuraklık sebebiyle eskisi kadar elektrik üretemiyorlar. Belki de seçilebilecek tek hakiki sürdürülebilir yaklaşım, kaynak-tüketen yaşam tarzlarımızı değiştirmektir.

Yine de en kötü senaryo enerjinin azalması değil nükleer santral erimesi. Connecticut'taki acil durum yetkilileri Millstone nükleer santralinde iki kurmaca kaza ile baş etmek için tatbikat bile yaptılar. Reaktörden salınabilecek büyük miktarda radyoaktiviteye karşı hazırlandılar. Vali genel acil durum ilan etti; böylece parklar kapandı, okul çocukları tahliye merkezlerine götürüldü, santralin 8 kilometrelik alanda yaşayan kişiler tahliye edildi ve tiroidlerden radyoaktif iyodin emilimine karşı korunmak üzere halka potasyum iodid hapları dağıtıldı.


  1. Şekerlemeyle Beslenen İnekler

Kuraklık sebebiyle kilesi 9 dolara yükselen mısırla birlikte, Kentucky'de United Livestock Commodities'in sahiplerinden Nick Smith, büyükbaş hayvanlarını beslemek için daha ucuz bir yol bulmak zorunda kaldığını belirtti. Bulduğu ucuz yol mu? İnsan tüketimine yönelik kullanımı yasaklanmış şekerlemelerle karıştırılan bir etanol yanürünü ile bir mineral besini.

Çiftliğin bir diğer sahibi Joseph Watson, “Hayatta kalabilmek için, başka besin kaynakları aramamız gerekti.” dedi.

Watson'ın iddiasına göre inekler iyi gidiyor gibi görünüyorlar. Ama ineklerin ot yemesi gerektiği için – yani mısır değil, son kullanma tarihi geçmiş şekerlemeyle etanol karışımı ise hiç değil – bu tatlı karışım muhtemelen umut vaat etmiyor. Ayrıca, insan üzerinde de yan etkileri var: ot yemeyen inekler E. coli geliştirmeye daha yatkın oluyorlar ve bu da yediğimiz birçok besin türüne bulaşabilir.

Daha geçen hafta, Kaliforniya'daki bir tarım ürünü tedarikçisi, E.coli bulaşmış olabileceği kaygısıyla marullarını geri toplattı. Yani vejetaryenler, temiz tarafta olduğumuzu sanmayın. İklim değişiminin tüm dünya insanlarını – ve hayvanlarını – etkileyen bu korkunç sonuçlarından kimse muaf değil.


1  Yüzbaşının yaklaşımı bizi bağlamıyor olsa da metnin özgün haline müdahale etmemeyi tercih ettik. - Editörün notu