Thursday, August 23, 2012

Dinlerin Kökeni Sorusu




0) Açılış

Bu yazıyla, iki hususu amaçlıyoruz. Öncelikle; ateistlerin komünistleri neden ciddiye alması gerektiğine dair başlamış olduğumuz tartışmayı geliştirmeyi amaçlıyoruz. Ateist çevrelerde yer yer kafa karışıklığına yol açan "insanın doğası", "ahlak", "etik" vb. kavramlarla ilgili marksizmin sunduğu açıklamanın ilham verici olduğunu düşünüyoruz. Bu, birinci amacımız.

Hazırlıksız okuyucu için, Joel Kovel'in Doğanın Düşmanı kitabına Marx ve Darwin'i karşılaştırarak başlaması şaşırtıcı olacaktır. Ekolojik krizle ilgili sınıfsal bir çerçeve sunan bir kitabın giriş bölümlerini Darwin'e ayırması, zarif bir yaklaşımın sonucudur. Bu da bizi ikinci amacımıza getiriyor: Dinlerin özü ve gelişimiyle ilgili bir tartışmanın, materyalist dünya görüşünü örneklemek için uygun olacağı kanısındayız.

Bu metin, amaçlarına uygun olarak, görece soyut bir metin olacak. Öte yandan, nihayetinde, bugüne kadar söylenmemiş bir fikir sunmayacağımızın bilinciyle, teorik bir sunuş yerine örneklerden soyutlama yolunu tercih edeceğiz.


1) Marx neden Türlerin Kökeni'ni okuduğunda çok etkilendi ve neden Darwin'e Kapital'in bir kopyasını gönderdi?


Marx, kapitalizmin üretici güçleri devrimcileştirdiğini ve dünyadaki diğer tüm üretim biçimlerini ortadan kaldıracağını söylediğinde, nesnel bir olguya işaret eder. Darwin de, doğal seçilim tezini ortaya atarken, kendi hoşuna giden ve tercih ettiği bir durumu değil, yaptığı araştırmaların sonucunu açıklar. Bu kişilerin bilimsel analizleri, vardıkları sonuçlardan memnun olduklarını göstermez: Darwin'in sarıca arıların larvalarını onları canlı canlı yemek üzere tırtılların bedenlerine bırakmalarını gözlemlemesi bundan keyif aldığı anlamına gelmez. Keza Marx'ın da her şeyin metalaşmasını sevinçle karşıladığını söylemek saçma olacaktır.

Marx'ın da Darwin'in de ortaya koydukları bilimsel savlar, geleceğin nasıl olacağıyla ilgili değil, geçmişten bugüne nasıl gelindiğiyle ilgilidir. Medyum değil bilim insanı oldukları için, geleceği anlatmak yerine, geleceğin bilgisinin dayandığı onlarca parametrenin ancak bir kısmını analiz etmişlerdir. Ne Darwin bir milyon yıl sonra hangi türün evrileceğini söyler, ne de Marx kaçıncı yüzyılda nasıl bir yönetim biçimi olacağını.

Burada bir parantez açalım. Bir bilimsel iddia müneccimlik etmez ancak tanım gereği gelecekle ilgili öngörüde bulunur. Bu gelecek; fizikte olduğu gibi, gelecekte deneyimlenecek bir olay olabilirken, tarihte olduğu gibi, gelecekte bulunacak bir belge olabilir. Marx da Darwin de, bu anlamıyla, gelecek öngörüsünde bulunmuşlardır. Yukarıda bunu kast etmediğimizin açık olduğunu umuyoruz.

Dahası, geçmişi bugüne taşıyan kanunları anlamak, varsayımsal senaryolar yazabilmeyi de sağlar. Verili iklim ve coğrafya koşullarında hangi türde hangi genetik özelliklerin ortadan kalkacağını tahmin etmek (hassas bir ölçüm yapamasak da) makul bir tefekkürdür. Benzer şekilde, kapitalizmin Asya tipi üretimi istila edeceğini anlamak için illa ki 20. yüzyılı bekleyip gözle görmeye gerek yoktur. Parantezi kapatalım.

Marx ve Darwin, süreçleri yönlendiren kanunları arıyorlardı. Öte yandan Marx, bu iki bilimsel analiz süreci arasındaki paralelliği görebilmişti. Bundan duyduğu heyecanla Darwin'e Kapital'in bir kopyasını gönderirken, Darwin kitabı okumadan bir kenara koymuştu.1

Oysa Marx haklıydı: Darwin türlerin oluşumunu incelerken, Marx toplumları inceliyordu.2 Evrim teorisi, verili koşullara daha uygun genetik kodun doğal seçilim yoluyla hayatta kalışını açıklarken; tarihsel materyalizm, diğer toplumlara kıyasla daha ileri üretim ilişkilerini benimseyen bir toplumun diğerlerine üstünlük kuruşunu açıklıyordu.


2) Dinlerin kökeni sorusu

Dinlerin nasıl ortaya çıktığı sorusunun din meselesine açıklık getireceğini düşünmek, bir mutasyonun neden gerçekleştiğini bilince hangi türün oluşacağını tahmin edebileceğini sanmak kadar saçmadır.

Dünyada her gün yüzbinlerce yeni fikir ortaya çıkıyor. Hali hazırda binlerce mesih ve peygamber adayı var. Yeni moda dinleri saymıyoruz bile.

Mesele, bir fikrin ilk ortaya çıkışı değil, ortaya çıktıktan sonra tarih içerisinde kendini var edebilmesi meselesidir. Ortaya çıkan fikir, tarihin verili anında, gerçek dünyada o görüşe inanmayanları devre dışı bırakacak bir yapı sunduğu ölçüde hayatta kalabilir.

Hem Musa'nın hem de Katolik imparatorluğunun, nüfusu arttıracak bir ideolojiyle gelmiş olmaları tesadüf değildir.3

Musa peygamber aileyi norm tarif edip her türlü eşcinsel deneyimi baskıladığında ve Roma İmparatorluğu her spermi kutsal ilan ettiğinde, bu ideolojiyi benimseyen toplumlar çevrelerindeki toplumlara üstünlük sağlamışlardır. İnsan üretmenin bu derece bir çılgınlığa dönüşmesi, cinsellikle üreme arasında sanki hiçbir fark yokmuş gibi algılanması, bu tarihsel sürecin sonucudur.4


3) Intermezzo: Ahlak meselesi

Burada, ateistleri en çok zorlayacağı düşünülen sorulardan birine değinme fırsatını kaçırmayalım. Estetikten dile kadar tüm toplumsal olgular gibi ahlak ve etik de tarihseldir. Etik felsefesi dahilinde etik ve ahlak arasında ayrım yapılmış olması anlaşılır bir durumdur; ancak bu durum, kimi ateistlerde, toplumun ve tarihin dışında bir ahlak belirleyebileceğimiz gibi bir yanılsama yaratmıştır. Tabii ki genel kabul gören ve iktidarın kurguladığı ahlakın dışına çıkabiliriz, ancak insan tarihselliğin dışına çıkamaz. Tüm insani üretim (muhalif görüşler de dahil olmak üzere), tarihin içindedir. Mesele, tarih içerisinde hangi görüşün nasıl geçerlilik kazandığını anlamaktır.

Tabağındaki yemeği bitirmekten insan öldürmemeye kadar tüm ahlaki önermeler, ilk iki bölümde değindiğimiz tarihsel seçilimin sonucudurlar. Yeni ahlaki önermeler de, bu tarihsel sürecin sonunda hayatta kalabildikleri ölçüde geçerli olacaklar.

Özellikle hassas bir konu olduğu için, heteroseksizm örneğine odaklanalım. Bizim keyfimizden bağımsız olarak, makineleşme, üretimin insanın somut varlığından bağımsız olmasının imkanlarını yaratmıştır. Bu imkanın gerçek anlamda hayata geçirilmesi ise kapitalizm (daha genel olarak, sınıflı toplum) içerisinde mümkün değildir: Makineler artı değer üretemezler. Sömürüye dayalı bir sistemde insan, üretimin birincil unsuru olmak zorundadır.

Öte yandan, toplumlar, makineleşmenin getirdiği bu özgürleşme imkanını insanca kullanmak üzere harekete geçtiler. Geniş halk kitleleri, ortaya çıkan refahın dağıtımında eşitlik talep ettiler. Bu mücadele ile kazanılan haklar sayesinde, üretim ve iktidar, nüfustan kısmen bağımsızlaştı; yani fazla nüfusa sahip olmak doğrudan doğruya daha güçlü olmak anlamına gelmemeye başladı. Bu bağımsızlaşma oranında da, nüfus artışını temin eden aile vb. üstyapı kurumları çözüldü.5

İnsanın cinsiyetçilik, heteroseksizm vb. yabancılaşma öğelerinden kurtulmasının nesnel imkanları böylece ortaya çıktı. Militan aktivistlerin yıllar süren mücadeleleri sonucunda kazandıkları tüm haklar bu çerçeve içerisinde görülmelidir; yoksa, cinsiyetçiliğin dogmatik bir biçimde "kötü" olup aktivistlerin de insanları sonunda ikna edebilmiş olmalarında değil. Bizler şu anda, üretim araçlarının gelişiminin bir evresinde keşfettiğimiz bir yabancılaşma unsurunu ortadan kaldırmak üzere mücadele etmekteyiz.

Şimdi ilk bölümde Marx ve Darwin arasında kurmuş olduğumuz paralelliği hatırlamakta yarar var. Bir fikrin belirişi ile toplumsal olarak kabul görmesi arasındaki ilişkiyi anlamak, bir genin ilk ortaya çıkışıyla türün gen havuzunda yer edinmesi arasındaki ilişkiyi anlamaya benzer. Fikrin haklılığı dogmatik ve soyut olarak değil, gerçek dünyadaki etkisi ile ölçülür. Eşcinsellik anormal olduğu için "Eşcinsellik anormaldir." denmez; "Eşcinsellik anormaldir." diyenler iktidarı aldıkları için eşcinsellik anormal olur.


4) İnsanın doğası

Tarihsellik, insanı anlamanın anahtarıdır. İnsanı bir tür olarak ayırt ettiren, tarihe sahip olmasıdır; geçmiş nesillerin faaliyetinin, gelecek nesillerin doğasını şekillendirmesidir. İnsan bireyleri, onlara dışkın olup kendisini onlara dayatan bir toplumsal olguyla karşılaşırlar. İnsan, önceki nesillerin üretiminin üzerinde üretim yapar. İnsanın tarihi vardır. Hayvanın tarihi yoktur.6 İnsan türünün tanımlayıcı özelliği budur.7


Demek ki insanın "doğasında" nelerin var olduğu sorusu, biyolojinin sınırlarının ötesindedir. Hatta, Richard Dawkins'in memetik adıyla baştan keşfetmiş olduğu üzere, yer yer biyolojinin dışındadır. Dawkins, özellikle, doğumdan itibaren kapsamlı bakım gerektiren hastalıkları örnek veriyor: Safi biyolojik ve genetik dinamiklere kalsa bu gibi hastalıkların insan türünde ortadan kalkması gerekirdi, zira bu hastalıklara sahip kişiler doğal yollarla ölürlerdi. Ancak toplumlar bu durumla başetmenin binbir çeşit yolunu bulmuş, hastaların sadece hayatta kalmalarını değil, sağlıklı bir biçimde çocuk sahibi olabilmelerini ve dolayısıyla ilgili genetik kodu sonraki nesillere taşımalarını sağlamıştır. Dawkins bu örnekte memetik kodun genetik koda üstün geldiğini söylüyor. Bizim bu yazıda özetlediğimiz çerçeve, bu açıklamalara tam olarak oturmakla birlikte, "memetik kod"un tabi olduğu seçilim yasalarını da (üretim araçlarının gelişimi) açıklıyor.

Vurgulamak istediğimiz, "insanın doğası"nın biyolojik evrim skalasına kıyasla çok daha hızlı değiştiği ve tanım gereği zamana ve mekana bağlı olduğudur.


5) Epilog

İddiamızı kısaca özetleyelim: Dini anlamak için, din fikrinin ilk nasıl ortaya çıktığını anlamak gerekmez. Mesele, dinin nasıl olup da nesiller boyu hayatta kaldığıdır, bu da son derece materyal bir sorudur.

Doğaüstü görüşlerin ve kurumsal dinlerin hayatta kalışlarının sebebi; şekilden şekile girip her türlü esnekliği göstererek, üretim araçlarını geliştirebilmiş olmalarında gizlidir. Bunun ne şekilde olabileceğiyle ilgili önceki bölümlerde çeşitli örnekler verdik. Bu örneklerin amacı, tabii ki, dinlerin kökeniyle ilgili nihai bir açıklama getirmek değil, tarihsel bir olgu olan dinleri tarihin içerisinde ve tarihi yönlendiren yasalar çerçevesinde anlama çabasını örneklendirmekti.

Bugün (daha doğrusu, en az iki yüzyıldır) dinin hiçbir tarihsel bahanesi kalmamıştır. Din artık üretim araçlarının gelişiminin, insani yaratıcılığın önünde bir engel oluşturmaktadır. Cevapları doğaüstünde arama alışkanlığı, tam da bu bağlamda gericidir. (Bu konuya, "Neden Ateistler Komünistleri Ciddiye Almalıdır? Giriş" yazımızda değinmiştik.)

Tüm dünyada güçlenen ve sıklaşan sel felaketlerinin ve kuraklıkların sebebini iklim değişiminde değil ahlaki yozlaşmada arayan bir canlı türü, (yanında yüzbinlerce türü de götürerek) yok olmaya adaydır. "Onlarda var; ergo8, bizde de olmalı." argümanıyla, dünya üzerindeki canlı yaşamını birkaç kez ortadan kaldırmaya muktedir miktarda nükleer silah üretip bunları yönetici sınıfın tesadüfi çıkar pazarlıklarının oyuncağı yapan bir canlı türü, (yanında yüzbinlerce türü de götürerek) yok olmaya adaydır.

Richard Dawkins olsa insan türünün memetik kodda köklü bir değişikliğe gereksinimi olduğunu söylerdi. Bizse kendi aramızda buna komünist devrim diyoruz.


1  Darwin'in, Marx'ın kendisine şahsen yollamış olduğu Das Kapital'i okumadığını, Darwin'in kitaplığındaki kitabın sayfalarının çok büyük çoğunluğunun kesilmemiş olmasından çıkarıyoruz. (bkz. Marx of Respect, Friends of Darwin)
2  "Nasıl ki Darwin organik doğanın gelişme yasasını bulduysa, Marx da insan tarihinin gelişme yasasını ... buldu. (Friedrich Engels'in Karl Marx'ın mezarı başında yaptığı konuşma)
3  İçinizdeki evrimcinin hemen bir uyarıda bulunacağını umuyoruz: Musa veya Roma imparatorluğu, nüfusun iktidarı güçlendirmekte ve üretim araçlarını geliştirmekte kritik rol oynadıklarını biliyor ya da bilmiyor olabilirler. Bu önerinin bilinçli yapılıp yapılmadığından bağımsız olarak, nesnel bir biçimde bu görüşler iktidara gelmişlerdir.
4  Tarih kitaplarında milliyetçilikle ilgili yapılan kapsamlı tarihsel analizin konu dinlere geldiğinde es geçilmesini dikkate değer buluyoruz. Oysa, verilerin ve belgelerin çokluğu sayesinde detaylıca inceleyebildiğimiz milliyetçiliğin anlaşılmasının dinlerin doğası hakkında da birçok hususu açıklığa kavuşturacağını düşünüyoruz.
5  Burada bir uyarıda bulunalım. Aile çözüldü demiyoruz. Aile, nüfusun iktidarla ilişkisinin azaldığı ölçüde çözüldü diyoruz. Bu ölçüyü de kabaca insani emeğin meta üretiminin dışına çıkmasıyla tarif ediyoruz. Günümüzde bu söylediğimizin tersi bir trend olduğu doğrudur. Vurgulamak istediğimiz, bu tarihsel süreç ile bununla diyalektik bir ilişki içerisinde olan ahlak kurumlarının gelişimindeki paralellik.
6  Bu konuyla ilgili nitelikli bir inceleme için bkz. Yusuf Zamir – Yabancılaşmış Faaliyet
7  Burada dikkat edilmesi gerek husus, bu tanımımızın gözlemsel olduğudur. Yani, tanımları biz böyle tercih ettiğimiz için değil, verili dünya böyle olduğu için bu şekilde yapıyoruz.
8  dolayısıyla


No comments:

Post a Comment