Tuesday, June 26, 2012

Tanrı transları sevmiyor – Natalie Reed , LGBTQ ve Din Denklemi. Üçünü Kısım




Giriş notu

Bu yazı, Natalie Reed'in FreeThoughts Blog'da 2 Mart 2012'de yayınladığıGod Does Not Love Trans People” başlıklı makalesinin serbest çevirisiyle birlikte, köşeli parantez içerisinde ve eğik olarak, yazının bana yaptığı çağrışımlardan oluşuyor.
Üçüncü kısmını yayınladığımız yazının birinci ve ikinci kısımlarını bağlantıları takip ederek okuyabilirsiniz.


Tanrı transları sevmiyor.

O zaman bu makaleyi yazacağımı söylediğimdeki düşmanlık neden? Neden trans kişiler bu kadar olumsuz tepki verdiler? Özellikle LGBTQ bireylerin din tarafından nasıl muamele edildikleri ve dinin nicedir ve hala eşitlik ve temel insan hakları mücadelemiz önündeki birincil engel olduğunu da hesaba katarsak. Neden benim dini inançların tehlikeli olduğu lafım “etnik-merkezcilik koktu”? Neden insanlar birdenbire benim gerekçelerim ve duruşumla ilgili böyle yakıcı ve acımasız varsayımlara zıpladılar? Ortaya çıkan birçok argüman, Morgan M. Page'in Pretty Queer'deki Queerly Religious yazısında incelenmiş. Pretty Queer'in çoğunlukla çok iyi olduğunu düşünürüm, hatta bazen benim muhtemelen evrendeki en favori insanım olan Imogen Binnie'den de katkılar yayınlarlar, Bn. Page'e de saygım vardır, ama bu yazıda... yani... kueer ateistlerle ilgili bir dünya saldırgan varsayım yapıyor. Bu varsayımlar da, dini inançlara sempatiyle yaklaşan kueer ahalisine yerleşmiş görüyor.

Görünen o ki temel argümanı, bütün kueer ateistlerin dine olumsuz tavırlarının sebebinin dinle “Üç Büyük”ü ve onların etrafındaki kurumları karıştırmalarından geldiği varsayımına dayanıyor. Daha önce de dediğim gibi, böyle bir şey yok. Tüm din deyince tüm dinleri kast ediyorum.

Budizm daha solcu çevrelerce (kueer topluluğu gibi) daha zararsız ve bizim post-modern görüşlerimizle kaynaşabilecek bir din örneği olarak gösterilir. Ama ben, bir an için bile, Budizm'in aynı tehlikeleri taşımadığını düşünmüyorum. Bir an için bile budist kültürde kurbanına, bu dünya bir düşten ve tozdan ibaret olduğu için meseleyi dert etmemesini ve kızmamasını söylemiş bir tecavüzcü olmadığını düşünmüyorum. Budizm de Hıristiyanlık gibi bu dünyada başa gelen en korkunç durumların bile kabullenilmesi ve daha iyisinin istenmemesi, zira bu dünyanın sayılmadığı gibi aynı yıkıcı tavırları savunuyor. Aynı Hıristiyanlık gibi, bu dünyayı ve yaşamımızı geliştirmek için çalışmak ve ondan zevk almak yerine, “daha başka bir şey”in olduğuna dair bir olasılığa yatırım yapmamızı öğretiyor. Aynı Hıristiyanlık gibi, arzularımızdan utanç duymamızı öğretiyor. Aynı Hıristiyanlık gibi, kişisel zevklerden arınmayı ve acı çekmeyi kutsal diyerek kucaklıyor. Aynı Hıristiyanlık gibi, erkek egemenliğine ve kurumsal olarak erkeklerin kadınlardan üstün poziyonda olmasına dair bir akışı var. Aynı Hıristiyanlık gibi, “dünyevi meseleler”i (mesela bedenimizin cinsiyetimizi tutmaması gibi) dert etmememizi öğretiyor... vb.

Hayır. BÜTÜN dinler tehlikelidir. Budizm'in Hıristiyanlık'tan bir nebze daha az zararlı olduğunu samimiyetle kabul etmem için YEGANE yol, sırf yazıtlar yerine hakiki düşünceyi ve meditasyonu cesaretlendirmesi temeline dayanabilir. Ayrıca felsefi olarak da daha karmaşıktır. Yani Yahudilik'in daha eğitimli kimi dalları gibi, düşünce ve araştırmayı toptan reddetmeyi öğretmemek gibi bir avantajı vardır. Ama hala tüm bu antik öğretileri harikulade ve saldırılamaz ilan eder. Düşünce iyidir, ama inanç kabulleri içerisinde inancınızı düşünmenin durumunda. Sizden hala bir şeyleri “sadece bilmenizi” ister. Dediklerinin çoğunun, insan anlayışının ve düşüncesinin ve sorgulamasının ve kavrayışının “ötesinde” olduğunu iddia eder; bir yandan da ötedeki tüm bu şeyleri bildiğini iddia eder.

Yani en azından bu temelde, benim dini inancı reddetmem entik-merkezci değil. Tüm küreyi içeriyor.

Page ayrıca dinin bazen kueer kişileri korumak ve onların haklarına arka çıkmak için bir araç olarak kullanıldığını savunuyor. Bazı durumlarda, bazı topluluklarda, bazı kültürlerde ve tarihin bazı anlarında, kimi dinlerin ya da dini yapıların kueer bireylerin sahip oldukları tek güven ve destek olduğunu.

Hakkı var ve bu geçerli bir nokta. Ama tariflediğim hiçbir soruna temas etmiyor. Silahlar ve bombalarda adil devrimler ve savaşlarda kullanıldılar. Bu silahları ve bombaları zararsız ve güvenli yapmaz. Bir şeyin bazen adil amaçlarla kullanılabilir olması, onu daha az tehlikeli ya da adil olmayan durumlarda daha az kullanılabilir kılmaz. Ve silahlarda olduğu gibi (ve belki daha sıkça), din zayıf ve korumasızın hizmetine sunulmuyor. Silahlarda olduğu gibi (ve belki daha sıkça), din güçlünün ve iktidar sahibinin hizmetine sunuluyor.

Page'in yazısında sorunlu ve saldırgan bulduğum bir diğer şey de, alaycılıkla ateizmi “moda” olarak tarif edişi. Bu taktiğin, birinin kimliğini küçümsemek ve özentiler sürüsüne katılmak için mahsuscuktan öyle davrandığını söylemek vesilesiyle kullanmasıyla daha önce nerede karşılaşmıştım biliyor musunuz? “Moda” kueer kişilerle ilgili söylendiğini gördüğümde. Aynı üslupla. Aynı amaçlarla. Bu da bir çeşit “Shut Up, That's Why” (Kapa Çeneni, İşte O Kadar!). “Amaan.. söylediklerini neden ciddiye alayım. Belli ki hava atmaya çalışıyorsun. Ben bunları çoktan geçtim.”

Dine meydan okumanın ve onu tehlikeli ya da zararlı olarak tariflemenin ne kadar tehditkar olduğunu tamamen anlıyorum. Gerçekten. Bir bireyin kimliğine derinden işlenmiş bir şeye yönelik bir meydan okuma bu. İşin aslı din biraz da böyle çalışıyor... bu fikirler ayakta kaldılar ve yayıldılar, tam da bir sürü duygusal, psikolojik ve kültürel ödül ve rahatlık sunarken bol miktarda zahmetli duygusal, psikolojik ve kültürel bedeli kenara koydukları için.

Dine bu meydan okumalar, özellikle dinin sadece dogmatik ve kurumsal bir rol oynamadığı topluluklarla konuşurken tehditkar ve incitici olabiliyor. Beyaz olmayanlarla ya da başka azınlıklarla konuşurken bu özellikle doğru.


Bu gibi durumlarda inanç ve din epi topu bir yönetici kurumdan ya da ne olduğunuz ve ne olmanız gerektiğiyle ilgili haftalık bir dersten ibaret değil. Daha kalabalık ve güçlü çoğunluk kültürünün tehdidi altındaki azınlık grupları için, din topluluğu bir arada tutan ve asimilasyon (ya da imha) tehdidine rağmen topluluk kimliğinin korunup pratiğe geçirildiği bir tutkal görevi görebilir.

Bu topluluk ve gruplar (örneğin trans bireyler) imtiyazlı çoğunluğun tehdidi altındayken; din, dogma ve inancın tehlikeli yanlarına dönük eleştiriyi etnik-merkezci bağnazlıktan ve kültür empoze etmekten ayrıştırmak çok zorlaşıyor.

Ama nasıl ki imtiyazlıların cis-seksist1 ve heteronormatif önyargılarını tanımak illa ki cis ve heteroseksüel kişilere ya da cis-cinsiyetliliğe ve heteroseksüelliğin kendisine bir saldırı anlamına gelmiyorsa; din ve inancın sorunlu yanlarına da, dindar kişilerin veya dine atfedilmiş topluluk kimliği, sanat, müzik, şiir, ritüel, mit, metafor, ahlak, iyilik vb. öğelerin eleştirisini yapmaksızın bakmak mümkündür.

(Burada, tüm bu öğelere seküler bir bağlamda bakılabileceğini söylemeden geçmeyeyim. Seküler ve dini bağlamda gerçekleşebilecek iyi her şey (sanat ve iyilik gibi) ve iki bağlamda da gerçekleşebilecek kötü her şey (soykırım ve bağnazlık gibi), dinin olumlu ve olumsuz yanları tartışmasından alakasızdır.)

Ateizmi “beyaz, ayrıcalıklı” bir şey olarak konumladığımızda ve farklı ten rengindeki insanların dini inançlarının daha farklı olduklarını ve kendi hallerine bırakılmaları gerektiğini kurguladığımızda, bir taraftan da karman çorman bir ırkçı hikayeyi yutarız. Böylece temel bir Öteki ve ırksal özcülük kurgulamış oluruz. Bilim, rasyonellik ve eğitimin beyazlar için olduğu ve dışlanmış ırksal grupların “ruhani” ve “sezgisel” olduğu kavramsallaşmasını harekete geçiririz. Bu, eğitimdeki dağılımın sadece imtiyazlılara dönük oluşunu ve farklı renkten kişilerin (sanki yetişemezlermişcesine) bu hususların dışında tutulmasını sürdürmüş oluruz.

Trans latin bir e-arkadaşım, bu tavrın nasıl üstten ve sahiplenici olabileceğini tweet ediyordu. Sanki “zavallı renkli trans kadınlar”ı çocuk eldiveniyle idare etmemiz ve onlar bu kavramları bizim gibi anlayamazlarmış gibi. Onları daha da öteleyerek ve Öteki kimliğini yeniden üreterek; dahası bunu onlar “için” yaptığımızı, onları hassas poziyonları gereği “ihtiyaç” duydukları dini “zorla” alıkoyan ateist saygısızlardan “korumak” için yaptığımız iddiasıyla. Bir yandan beyaz kültürün dini kurumlarını (Hıristiyanlık) keyifle eleştirirken, öte yandan Öteki'lerin dinlerine başka muamele yapıp ve farklı bir hürmet (hatta huşu) bahşedip sorgulanmadan ve eleştirel düşünceden muaf tutarak.

[Türkiye'de de, “Anadolu halkının geleneksel değerlerine” hürmet etmemiz söylenir durur.

Bir televizyon kanalında görece solcu bir yazarın “Sen benin annemin babamın dinine nasıl karışırsın?” dediğine tanık olmuştum. Buradaki anne ve babanın “anlayamazlığı” vurgusunu bir yana koyalım; asıl olarak, verili toplumsal koşullara biat etmemiz söyleniyor.

İşin ilginci, fark ettiğinizi bir toplumsal yalanı etrafınızdakilerle paylaşma girişimlerinizin tamamı bu yöntemle reddedilebilir zaten. Nitekim “toplumun büyük çoğunluğu” kart kurt sesleriyle Kürtçe'nin ortaya çıktığını, 1. Dünya Savaşı'nda Almanya yenildiği için “yenilmiş sayıldığımızı” falan düşünüyor. Bu örneklerle dinin ortak noktası, yukarıda değindiğim verili toplumsal koşulların bizzat kendilerinin bir siyasi projenin parçası olmaları.

Daha güzel bir örnek geliyor aklıma. Son 10 yıl boyunca dindarlaşmaya laf eden herkese “seküler elit” damgası vura vura; din üzerinden, baskı, sansür ve tecrit aracılığıyla gerçekleştirilen “dinci elit” dönüşümüyle artık “halkın değerlerine” saygımız sonsuz. Neyse ki halkın değerleri arasında gelir adaleti, fırsat eşitliği, hukuk, bilimsel eğitim gibi şeyler sayılmıyor.

Vurgulamak istediğim, başlangıç noktamız olarak verili toplumsal koşulları değil savunduğumuz değerli almamız gerektiği. Özellikle LGBTQ ve din denkleminde bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum.]

Buradaki bir anahtar kavram, ateizmin, doğası gereği insanları bir kültürel görüşe döndürmek istemesiyle, sömürgeci ya da emperyal olduğu suçlamasıdır. Ateizm kimseyi “döndürmeye” çalışmaz. Din, duygusal manipulasyon ve aleni cebir yollarıyla din değiştirtir. Ateizm ise tartışır, öğretir, ve sizden şeyleri kendi adınıza düşünmenizi ister. Hiçbir vaatte bulunmaz (“tüm acılardan kurtulacağız”, “sonsuz yaşama kavuşacaksın” ya da “aydınlanma ve iç huzur bulacaksın” gibi), hiçbir tehditte de bulunmaz (“cehenneme gideceksin” ya da “durmaksızın kaygı, umutsuzluk ve acılarla dolu hayatlara yeniden doğacaksın” gibi). Sadece sorular sorar ve sizden de kendinize sorular sormanızı ister.

Ama ateizmin bu gibi eleştirilerinin poziyonu bakımından, görüş paylaşmanın HER hali öyle ya da böyle sömürgeci, emperyal ve baskıcıdır. Ki bu da, kendilerinin beni dini sorgulamamayı kabul etmeye “zorlamalarında” görüldüğü üzere korkunç derecede ikiyüzlüdür.. kahrolası imtiyazlı din-savunucuları! Emperyalistçe, kendi tanzimci dogmalarını bana empoze etmeye çalışıyorlar! Hrrr! (yumruk sallama)

[Üçüncü kısmın sonu. Yazının dördüncü ve son bölümünü yakında yayınlayacağız.]
1Cis: Doğdukları andan itibaren sahip oldukları cinsiyetle cinsiyet kimlikleri uyumlu olan kişiler.

No comments:

Post a Comment