Saturday, June 30, 2012

Tanrı transları sevmiyor – Natalie Reed , LGBTQ ve Din Denklemi. Dördüncü Kısım




Giriş notu

Bu yazı, Natalie Reed'in FreeThoughts Blog'da 2 Mart 2012'de yayınladığı “God Does Not Love Trans People” başlıklı makalesinin serbest çevirisiyle birlikte, köşeli parantez içerisinde ve eğik olarak, yazının bana yaptığı çağrışımlardan oluşuyor.
Dördüncü kısmını yayınladığımız yazının birinci, ikinci ve üçüncü kısımlarını bağlantıları takip ederek okuyabilirsiniz.







Tanrı transları sevmiyor.

Ve işte çark böyle döner ve biz yine dini sorgulama ötesine koyacak bir yer buluruz, yine bazı fikirlere diğerlerinden farklı standartlar uygulamamız gerekir gibi yaparız. Bazılarına özel, yasak bölge ve tartışılmaz muamelesi yaparız. Bazı görüşlere “öyle işte” der geçeriz ve bazı iddiaların hiçbir doğrulama sunmamalarını onaylarız, bu görüş ve iddialar başkalarına zarar verseler bile. Ve böylece eski kavramlar ve alışkanlıklar sabit kalırlar ve din kendini postmodern dünyadan koruyacak postmodern zırhını bulur: “başka kültürlere saygı”.

Tuhaf bir biçimde, şüpheci ve ateist hareket içerisindeki birçok insana kıyasla ben genel tavırlarımda epey daha postmodernistim. Kişinin öznel konumunun etkisini tanımanın önemine kuvvetle inanırım. Bunun öncelikli olmadığını ve başka hususların ön plana çıktığını düşünmeye başladığım an; bunun, diyalogu kapatmak, eleştiriyi susturmak ve bize bir sorun karşısında sorgulamamamızı, düşünmememizi ve sesimizi çıkarmamamızı söylemek için kullanılmaya başladığı andır. Böyle zamanlarda, göreceliliği baştan savıp diyalog hakkı için ısrar etmekten çok mutlu olurum. Başka kültürleri de kendi kültürümü eleştirdiğim ölçüde eleştireceğim. Ne daha fazla, ne daha az.

Gerçi bu da bizi tekrar, tüm bunların trans topluluğunda böyle kuvvetli olarak neden ortaya çıktığı mevzuuna getiriyor. Madem din tarafından geçmişte bu kadar mağdur edildik; madem din kurumsallaşmış ayrımcılığa, haklarımızın reddine, kimliklerimizin inkarına, ailelerimiz ve topluluklarımızdan atılmamıza ve giderek saldırıya ve cinayete gerekçe olarak kullanıldı; neden tüm bu dert ve riski göze alıp bu Patrik tarafından kabul edilmek ve sevilmek için, bu istismarcı inanç sisteminde kendimize yer bulmak için uğraşıyoruz? Birçok dinin iğrenç, günahkar ve yanlış olarak tariflediği bir şeyin bedene gelmiş haliyken, neden onların arasında kendimize yer açmaya çalışıyoruz?

Her ne kadar benim din eleştirimin Hıristiyanlık'a dönük etnik-merkezci olmadığını ve tüm dinlere evrensel olarak uygulanabilir olduğunu uzun uzun anlattıysam da, Hıristiyanlık'ın baskın olduğu kültürlerde belirginleşen bu meselenin bizzat kendisinin Hıristiyanlık'la alakalı olduğunu düşünüyorum. [Bundan sonraki kısmın İslam'ın kültürüne de büyük ölçüde denk düştüğünü düşünüyorum.]

Hıristiyanlık bize kabul edilme ve sevgiyi dışsal kaynaklarda aramamızı öğretir. Bize; değer verme ve iyilik gibi duygularımızı, kendimize sağlayabileceğimiz tüm güvenceyi temsil eden dışsallaşmış bir ilahın beklentilerini karşılamak üzerine kurmamızı öğretir. Değer verme ve iyiliği dışarıda aramak yerine kendimizi olduğumuz gibi kabul etmenin gururluluk olduğunu ve tanrı önünde günahkar bir alçalma eksikliği olduğunu öğretir. Kendimizi olabildiğince suçlu hissetmemiz için nefes alırken bile kaçınamayacağımız sonsuz bir günahlar listesi verir. Tüm bunlardan kaçınsak bile ilk günah vardır suçlu hissedilecek. Sonra kendi Yegane Doğru Yol'u üzerinden hakiki bağışlanma sunar.

Tüm sistem; bizim kendi duygularımızı ve kendimize verdiğimiz değeri tereddütle karşılamamız, bunları ancak bu sistemi yaratan kişi üzerinden ve baştan verili bir suçluluk ve içselleşmiş utanç duyguları aracılığıyla edinmeye çalışmamız üzerine uydurulmuş. Kendimizi affedip affetmememizle, kim olduğumuzla ilgili mutlu, değerli veya güvende hissedip hissetmediğimizle ilgili hiçbir kontrolümüz yok. Tüm bu kuvvet, kilisede beden bulmuş olan dışsal bir ilahta toplanmış. Klasik bir taciz ilişkisi bu. Mağdurun kendini değersiz bulmasını ve onun tacizciye duygusal olarak bağımlı olmasını sağla.

Bu şartlanmadan kurtulmak, çok ama çok zor. Tıpkı bir taciz mağdurunun, durumdan kurtulduktan uzun süre sonra dahi tacizcisinin onu hala sevdiğini ve onu affettiğini umması gibi.

Ve belki de bu sebeple trans bireyler hala tanrı tarafından sevilmek ve kabul edilmek istiyorlar, bu inanç sistemince ne kadar hor görülmüş olsalar da. Çünkü bize asla kendimize ve kendimiz için nasıl kabul etme ve affetme duyguları sağlayacağımız öğretilmedi. Bütün hayatımız, kim olduğumuzla ilgili utanç duymamızın öğretilmesi üzerine tanımlı. Ve suç ve utanç için bağışlanma bulacağımız öğretilen yegane yol tanrı aracılığıyla ise, biz de oraya yöneleceğiz – geri kalan tüm konularda bu sisteme arkamıza dönüp gururla kendi yolumuza gitmiş olmamıza rağmen.

Trans kız kardeşlerim, trans erkek kardeşlerim, trans ikisi-de-kardeşlerim, trans hepsi-kardeşlerim... lütfen tanrının sizi sevip sevmediğini dert etmeyi bırakın. Asıl mesele, sizin sizi sevip sevmediğinizdir.




* Bu yazının hassas noktalarıyla ilgili yardımlarından dolayı The Crommunist'e minnettarım. Bu yazıda beğenmediğiniz bir şey varsa tüm suçu ona yükleyebilirsiniz. Her neyi beğenmediyseniz, onun fikriydi.

No comments:

Post a Comment