Giriş
notu
Bu
yazı, Natalie Reed'in FreeThoughts
Blog'da
2 Mart 2012'de yayınladığı “God
Does Not Love Trans People”
başlıklı makalesinin serbest çevirisiyle birlikte, köşeli
parantez içerisinde ve eğik olarak, yazının bana yaptığı
çağrışımlardan oluşuyor.
Dördüncü
kısmını yayınladığımız yazının birinci,
ikinci ve
üçüncü
kısımlarını bağlantıları takip ederek okuyabilirsiniz.
Tanrı transları
sevmiyor.
Ve işte çark böyle
döner ve biz yine dini sorgulama ötesine koyacak bir yer buluruz,
yine bazı fikirlere diğerlerinden farklı standartlar uygulamamız
gerekir gibi yaparız. Bazılarına özel, yasak bölge ve
tartışılmaz muamelesi yaparız. Bazı görüşlere “öyle işte”
der geçeriz ve bazı iddiaların hiçbir doğrulama sunmamalarını
onaylarız, bu görüş ve
iddialar başkalarına zarar verseler bile.
Ve böylece eski kavramlar ve alışkanlıklar sabit kalırlar ve din
kendini postmodern dünyadan koruyacak postmodern zırhını bulur:
“başka kültürlere saygı”.
Tuhaf bir biçimde,
şüpheci ve ateist hareket içerisindeki birçok insana kıyasla ben
genel tavırlarımda epey
daha postmodernistim.
Kişinin öznel konumunun etkisini tanımanın önemine kuvvetle
inanırım. Bunun öncelikli olmadığını ve başka hususların ön
plana çıktığını düşünmeye başladığım an; bunun, diyalogu
kapatmak, eleştiriyi susturmak ve bize bir sorun karşısında
sorgulamamamızı, düşünmememizi ve sesimizi çıkarmamamızı
söylemek için kullanılmaya başladığı andır. Böyle
zamanlarda, göreceliliği baştan savıp diyalog hakkı için ısrar
etmekten çok mutlu olurum. Başka kültürleri de kendi kültürümü
eleştirdiğim ölçüde eleştireceğim. Ne daha fazla, ne daha az.
Gerçi bu da bizi
tekrar, tüm bunların trans topluluğunda böyle kuvvetli olarak
neden ortaya çıktığı mevzuuna getiriyor. Madem din tarafından
geçmişte bu kadar mağdur edildik; madem din kurumsallaşmış
ayrımcılığa, haklarımızın reddine, kimliklerimizin inkarına,
ailelerimiz ve topluluklarımızdan atılmamıza ve giderek saldırıya
ve cinayete gerekçe olarak kullanıldı; neden tüm bu dert ve riski
göze alıp bu Patrik tarafından kabul edilmek ve sevilmek için, bu
istismarcı inanç sisteminde kendimize yer bulmak için uğraşıyoruz?
Birçok dinin iğrenç, günahkar ve yanlış olarak tariflediği bir
şeyin bedene gelmiş haliyken, neden onların arasında kendimize
yer açmaya çalışıyoruz?
Her
ne kadar benim din eleştirimin Hıristiyanlık'a dönük
etnik-merkezci olmadığını ve tüm dinlere evrensel olarak
uygulanabilir olduğunu uzun uzun anlattıysam da, Hıristiyanlık'ın
baskın olduğu kültürlerde belirginleşen bu meselenin bizzat
kendisinin Hıristiyanlık'la alakalı olduğunu düşünüyorum.
[Bundan sonraki kısmın İslam'ın kültürüne de büyük ölçüde
denk düştüğünü düşünüyorum.]
Hıristiyanlık
bize kabul edilme ve sevgiyi dışsal kaynaklarda aramamızı
öğretir. Bize; değer verme ve iyilik gibi duygularımızı,
kendimize sağlayabileceğimiz tüm güvenceyi temsil eden
dışsallaşmış bir ilahın beklentilerini karşılamak üzerine
kurmamızı öğretir. Değer verme ve iyiliği dışarıda aramak
yerine kendimizi olduğumuz gibi kabul etmenin gururluluk olduğunu
ve tanrı önünde günahkar bir alçalma eksikliği olduğunu
öğretir. Kendimizi olabildiğince suçlu hissetmemiz için nefes
alırken bile kaçınamayacağımız sonsuz bir günahlar listesi
verir. Tüm bunlardan kaçınsak bile ilk günah vardır suçlu
hissedilecek. Sonra kendi Yegane Doğru Yol'u üzerinden hakiki
bağışlanma sunar.
Tüm sistem; bizim
kendi duygularımızı ve kendimize verdiğimiz değeri tereddütle
karşılamamız, bunları ancak bu sistemi yaratan kişi üzerinden
ve baştan verili bir suçluluk ve içselleşmiş utanç duyguları
aracılığıyla edinmeye çalışmamız üzerine uydurulmuş.
Kendimizi affedip affetmememizle, kim olduğumuzla ilgili mutlu,
değerli veya güvende hissedip hissetmediğimizle ilgili hiçbir
kontrolümüz yok. Tüm bu kuvvet, kilisede beden bulmuş olan dışsal
bir ilahta toplanmış. Klasik bir taciz ilişkisi bu. Mağdurun
kendini değersiz bulmasını ve onun tacizciye duygusal olarak
bağımlı olmasını sağla.
Bu şartlanmadan
kurtulmak, çok ama çok zor. Tıpkı bir taciz mağdurunun, durumdan
kurtulduktan uzun süre sonra dahi tacizcisinin onu hala sevdiğini
ve onu affettiğini umması gibi.
Ve belki de bu
sebeple trans bireyler hala tanrı tarafından sevilmek ve kabul
edilmek istiyorlar, bu inanç sistemince ne kadar hor görülmüş
olsalar da. Çünkü bize asla kendimize ve kendimiz için nasıl
kabul etme ve affetme duyguları sağlayacağımız öğretilmedi.
Bütün hayatımız, kim olduğumuzla ilgili utanç duymamızın
öğretilmesi üzerine tanımlı. Ve suç ve utanç için bağışlanma
bulacağımız öğretilen yegane yol tanrı aracılığıyla ise,
biz de oraya yöneleceğiz – geri kalan tüm konularda bu sisteme
arkamıza dönüp gururla kendi yolumuza gitmiş olmamıza rağmen.
Trans kız
kardeşlerim, trans erkek kardeşlerim, trans ikisi-de-kardeşlerim,
trans hepsi-kardeşlerim... lütfen tanrının sizi sevip sevmediğini
dert etmeyi bırakın. Asıl mesele, sizin sizi sevip
sevmediğinizdir.
* Bu yazının hassas
noktalarıyla ilgili yardımlarından dolayı The
Crommunist'e minnettarım. Bu yazıda beğenmediğiniz bir şey
varsa tüm suçu ona yükleyebilirsiniz. Her neyi beğenmediyseniz,
onun fikriydi.
No comments:
Post a Comment