“Biliyorum
ki ben hep arka safları tercih ettim. Asla önde gaz fişeğini geri
atan insan olamadım.” Günlerdir tam olarak bunun üzerine
düşündüğüm için, Bianet'te Elvan Salman imzasıyla yayınlanan
“Hiç
Kimsenin Çağrısıdır...”
yazıda bu satırları okuyunca, yorum yapma hakkım varmış gibi
hissettim. Elvan, yazısında, “şiddete başvurmadan eylem yapan
kişilerin zarar görmeyeceği bir evreye geçmek istiyorum” demiş.
Şiddetle ilgili teorik ve politik tartışmaları bir kenara
bırakalım, acaba Elvan'ın bu önerdiğini gerçekleştirmek mümkün
mü, mümkünse de doğru mu, bunları konuşalım.
Yazısında
şu soruları yöneltmiş Elvan: “Eğer evindeysen neden evindesin?
Sığındıysan neden sığındın? Senin sığındığın eve
sığınamamış ve senin kadar şanslı olmayan biri olabilir mi?
Sen önde durma cesaretini gösteremiyorken, birilerini bunu yapmak
zorunda bıraktığının farkında mısın?” Tam da bu soruları
soruyorum kendime günlerdir, ama yanıtım daha farklı.
İlk
paragrafta ortasından kestiğim cümlenin devamında Elvan şöyle
diyor: “Asla önde gaz fişeğini geri atan insan olamadım,
olamayacağımı da. Bu gerçek önümde dururken benden daha
cesaretli olanları o tehlikenin içine atmayı vicdanıma
sığdıramıyorum.” Oysa tüm bu sürecin, yüzbinlerce insanın
hep bir ağızdan “Biber gazı oley !” sloganını attığı bir
hareketin devrimci ahlakla ilgili bana ve bize öğretmesi gereken
bir şeyler yok mu? “Cesaret” kişilerle ilgili sabit bir veri
midir? Yoksa konfor bölgemizle tanımladığımız bir değer midir?
Benim konuştuğum dostlarımdan duyduğum kadarıyla, onların
motivasyonu korkusuz olmaları değil, o anda orada bulunmaları
gerektiğinin bilincidir. Şimdi Elvan bu bilincin kendisinde ve
bende olmayışına “önümde duran gerçek” diyor. Burjuva
konformizmine gerçek adını takmayı, gaz bulutunun içinde “Talcid
isteyen var mı? Talcid'e ihtiyacı olan?” diye dolaşan, atılan
gaz bombasının peşinden koşan dostlarıma hakaret olarak
algılıyorum. Ve bizzat kendimin günlerce bu hakareti etmiş
olduğumu hissediyorum. Hele ki elimde tüm bu ahlakı sorgulamamı
sağlayacak araçlar hazırken.
Buraya
kadar, Elvan'ın önerisinin doğruluğuyla ilgiliydi söylediklerim.
Ama ortada daha temel bir sorun var. Zarar görmediğimiz bir evreye
geçip geçmemek, malesef bizim kontrolümüzde değil. Bu zarar
görmeme perspektifi, bir an olsun devletin saldırısının
durduğunu veya duracağını varsayıyor. Bununla ilgili herhangi
bir kanıt göremiyorum.
Elvan
“Üzülüyorum, kafasına isabet eden gaz fişeği ile çocuğundan
daha çocuk olmuş Beşiktaşlıyı düşününce üzülüyorum.
Korkuyorum, gözüne gelen fişek kanına nüfuz edince art arda kalp
krizi geçiren gencin yaşadığı acıyı düşününce korkuyorum.
Endişeleniyorum, gözü çıkan gençlerin geleceğini düşünerek
endişeleniyorum.” demiş. Görüyorum ve arttırıyorum:
Üzülüyorum, Etkin Haber Ajansı'nın polis işgali altında kalıp
neredeyse bir tam gün boyunca yayın yapamamasına üzülüyorum.
Endişeleniyorum; İzmir'de, Ankara'da, İstanbul'da, Adana'da,
Kocaeli'de yapılan ev baskınlarını, hala gözaltında tutulan
yüzlerce dostumuzu, sayıları her geçen gün artan tutuklu
yoldaşları düşünerek endişeleniyorum. Haydi bunların çoğu
devrimci dostlarımız, nelerle karşılaşacaklarını bilen
yoldaşlarımız. Ama: Korkuyorum, Hüseyin Çelik'in “Serbest
kalanlar fazla sevinmesin – Deliller yolda.” sözlerinin gerçek
anlamını fark ederek, Adana ve İzmir'de sosyal medya paylaşımları
sebebiyle yapılan gözaltıları hatırlayarak, hepimiz adına
korkuyorum.
Devletin
polis şeklini alarak bize saldırmasının sebebi, eylemlilik
biçimimizin alternatif olmayışı falan değil, bizzat bizim
varlığımız. Faşizmin çalışma ilkelerini doğru anlayalım.
“Muktedir gücün bir noktada hatasını kabul edeceğine inanacak
kadar naif dimağlar” olmaktan çıkalım, faşizme karşı omuz
omuza verelim.
Hadi
faşist versiyonunu anlamadıysak, bari kapitalizmin genel ruhunu
anlayalım. Keza, bunu kast etmediğine emin olmakla beraber,
Elvan'ın “Bir can bile kurtulacaksa, bir genç kadının gözünü
kaybetme ihtimalini azaltmak için farklı bir yol düşünelim.”
sözlerinde, Gezi Parkı'nda görmüş olduğum kadın cinayetleri,
tersane ve madenlerdeki iş (kaza süsü verilmiş) cinayetleri,
Suriye'ye dönük saldırgan ve emperyalist politikalar, trans
bireylerin linç edilmeleri, Reyhanlı ve Roboski pankartları vb.
vurguları geçiştiren bir ima olduğunu hissediyorum. Evet, bir can
bile kurtulacaksa, bu sistemi değiştirmek (devirmek değil, çünkü
öyle yazarsak suç olur, terör olur) için elimizden geleni
ardımıza koymayalım. Zira benim de, “Zarar görenleri
izlediğimde kanım donuyor.”
Ben bu
satırları yazarken, mahkeme, Ethem'in katilini tutuklama talebini
reddediyor ve “Tutuklanmasının ilerde telafi edilmeyecek
zararlara yol açacağı anlaşılmıştır.” diyordu.
Katil
polis sokakta, emri veren Tayyip sokakta, emri ileten yetkililer
sokakta. Haydi şimdi sen de #sokağadön .
Gezi
Parkı'ndaki kampımızdan başka, Gündoğdu Meydanı'ndaki
kampımızdan başka, Kuğulu Park'taki kampımızdan başka,
Türkiye'nin park ve meydanlarından başka huzurlu bir yer yok bize.
No comments:
Post a Comment