Saturday, June 29, 2013

Hiç Kimsenin Yanıtıdır...



Biliyorum ki ben hep arka safları tercih ettim. Asla önde gaz fişeğini geri atan insan olamadım.” Günlerdir tam olarak bunun üzerine düşündüğüm için, Bianet'te Elvan Salman imzasıyla yayınlanan “Hiç Kimsenin Çağrısıdır...” yazıda bu satırları okuyunca, yorum yapma hakkım varmış gibi hissettim. Elvan, yazısında, “şiddete başvurmadan eylem yapan kişilerin zarar görmeyeceği bir evreye geçmek istiyorum” demiş. Şiddetle ilgili teorik ve politik tartışmaları bir kenara bırakalım, acaba Elvan'ın bu önerdiğini gerçekleştirmek mümkün mü, mümkünse de doğru mu, bunları konuşalım.


Yazısında şu soruları yöneltmiş Elvan: “Eğer evindeysen neden evindesin? Sığındıysan neden sığındın? Senin sığındığın eve sığınamamış ve senin kadar şanslı olmayan biri olabilir mi? Sen önde durma cesaretini gösteremiyorken, birilerini bunu yapmak zorunda bıraktığının farkında mısın?” Tam da bu soruları soruyorum kendime günlerdir, ama yanıtım daha farklı.


İlk paragrafta ortasından kestiğim cümlenin devamında Elvan şöyle diyor: “Asla önde gaz fişeğini geri atan insan olamadım, olamayacağımı da. Bu gerçek önümde dururken benden daha cesaretli olanları o tehlikenin içine atmayı vicdanıma sığdıramıyorum.” Oysa tüm bu sürecin, yüzbinlerce insanın hep bir ağızdan “Biber gazı oley !” sloganını attığı bir hareketin devrimci ahlakla ilgili bana ve bize öğretmesi gereken bir şeyler yok mu? “Cesaret” kişilerle ilgili sabit bir veri midir? Yoksa konfor bölgemizle tanımladığımız bir değer midir? Benim konuştuğum dostlarımdan duyduğum kadarıyla, onların motivasyonu korkusuz olmaları değil, o anda orada bulunmaları gerektiğinin bilincidir. Şimdi Elvan bu bilincin kendisinde ve bende olmayışına “önümde duran gerçek” diyor. Burjuva konformizmine gerçek adını takmayı, gaz bulutunun içinde “Talcid isteyen var mı? Talcid'e ihtiyacı olan?” diye dolaşan, atılan gaz bombasının peşinden koşan dostlarıma hakaret olarak algılıyorum. Ve bizzat kendimin günlerce bu hakareti etmiş olduğumu hissediyorum. Hele ki elimde tüm bu ahlakı sorgulamamı sağlayacak araçlar hazırken.


Buraya kadar, Elvan'ın önerisinin doğruluğuyla ilgiliydi söylediklerim. Ama ortada daha temel bir sorun var. Zarar görmediğimiz bir evreye geçip geçmemek, malesef bizim kontrolümüzde değil. Bu zarar görmeme perspektifi, bir an olsun devletin saldırısının durduğunu veya duracağını varsayıyor. Bununla ilgili herhangi bir kanıt göremiyorum.


Elvan “Üzülüyorum, kafasına isabet eden gaz fişeği ile çocuğundan daha çocuk olmuş Beşiktaşlıyı düşününce üzülüyorum. Korkuyorum, gözüne gelen fişek kanına nüfuz edince art arda kalp krizi geçiren gencin yaşadığı acıyı düşününce korkuyorum. Endişeleniyorum, gözü çıkan gençlerin geleceğini düşünerek endişeleniyorum.” demiş. Görüyorum ve arttırıyorum: Üzülüyorum, Etkin Haber Ajansı'nın polis işgali altında kalıp neredeyse bir tam gün boyunca yayın yapamamasına üzülüyorum. Endişeleniyorum; İzmir'de, Ankara'da, İstanbul'da, Adana'da, Kocaeli'de yapılan ev baskınlarını, hala gözaltında tutulan yüzlerce dostumuzu, sayıları her geçen gün artan tutuklu yoldaşları düşünerek endişeleniyorum. Haydi bunların çoğu devrimci dostlarımız, nelerle karşılaşacaklarını bilen yoldaşlarımız. Ama: Korkuyorum, Hüseyin Çelik'in “Serbest kalanlar fazla sevinmesin – Deliller yolda.” sözlerinin gerçek anlamını fark ederek, Adana ve İzmir'de sosyal medya paylaşımları sebebiyle yapılan gözaltıları hatırlayarak, hepimiz adına korkuyorum.


Devletin polis şeklini alarak bize saldırmasının sebebi, eylemlilik biçimimizin alternatif olmayışı falan değil, bizzat bizim varlığımız. Faşizmin çalışma ilkelerini doğru anlayalım. “Muktedir gücün bir noktada hatasını kabul edeceğine inanacak kadar naif dimağlar” olmaktan çıkalım, faşizme karşı omuz omuza verelim.


Hadi faşist versiyonunu anlamadıysak, bari kapitalizmin genel ruhunu anlayalım. Keza, bunu kast etmediğine emin olmakla beraber, Elvan'ın “Bir can bile kurtulacaksa, bir genç kadının gözünü kaybetme ihtimalini azaltmak için farklı bir yol düşünelim.” sözlerinde, Gezi Parkı'nda görmüş olduğum kadın cinayetleri, tersane ve madenlerdeki iş (kaza süsü verilmiş) cinayetleri, Suriye'ye dönük saldırgan ve emperyalist politikalar, trans bireylerin linç edilmeleri, Reyhanlı ve Roboski pankartları vb. vurguları geçiştiren bir ima olduğunu hissediyorum. Evet, bir can bile kurtulacaksa, bu sistemi değiştirmek (devirmek değil, çünkü öyle yazarsak suç olur, terör olur) için elimizden geleni ardımıza koymayalım. Zira benim de, “Zarar görenleri izlediğimde kanım donuyor.”


Ben bu satırları yazarken, mahkeme, Ethem'in katilini tutuklama talebini reddediyor ve “Tutuklanmasının ilerde telafi edilmeyecek zararlara yol açacağı anlaşılmıştır.” diyordu.


Katil polis sokakta, emri veren Tayyip sokakta, emri ileten yetkililer sokakta. Haydi şimdi sen de #sokağadön .


Gezi Parkı'ndaki kampımızdan başka, Gündoğdu Meydanı'ndaki kampımızdan başka, Kuğulu Park'taki kampımızdan başka, Türkiye'nin park ve meydanlarından başka huzurlu bir yer yok bize.

No comments:

Post a Comment